31 Aralık 2014 Çarşamba

Yılbaşı Temalı Post

Yeni yıla saatler kala yeni yıl temalı post atmanın zamanı geldi. İlk olarak söylemeliyim ki bugünün blog için bir anlamı daha var. O da dolu dolu bir seneyi tamamlamış olması. Evet, ani bir kararla, yılbaşında yine evde boş boş otururken açılan blog birinci yılını doldurdu. İlk yazımdaki vaatlerimin ne kadarı gerçek oldu bilemiyorum ama şunu söylemeliyim ki bana fazlasıyla iyi geldi. Kendime güzel bir yeni yıl hediyesi gibiydi, yıl boyunca bana hissettirdiği duygu bu yönde en azından. Umarım vakit ayırıp da okuyanlara güzel bir kaç dakika yaşatmışımdır. Ve tabi bu noktada benimle birlikte yazılarıma ortak olup, tanıyanlardan da yorum yapan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. 

Yeni yıl temasına dönersek yeniden. Bu yılbaşı da her seferinde olduğu gibi evdeyim ve hastayım. Üstelik bu sefer ders çalışma da üstüne eklendi. Finaller yakın, çalışmak tek çare. O yüzden çalışma masamda önümde kanunum, yanında açık olan ders kitabı ve not çıkarmak için kağıt ve kalemlerimle ve tabi ki bir hukuk öğrencisinin olmazsa olmazı fosforlu kalemlerimle yeni yıla girerim diye tahmin ediyorum. Umarım bu çalışmalar karşılığını verir de üzülmem sonrasında. Düşünsene millet dışarda mekanlarda çılgınca eğlenirken evde ders çalışıyorsun ve bir gram karşılığını alamıyorsun, ÇILDIRIRSIN ! İşte bu yüzden buradan da hocalarıma seslenmek istiyorum ; sayın hocalarım şu yılbaşında eğlenceye gitmeyip evde ders çalışan öğrencinize fazladan bir 5-10 puan, gönlünüzden ne koparsa verin be, yazıktır ! 

Klişelere de değinmeden olmaz tabi. Yeni yıl dileklerimi sıralayayım. Yeni yılda başta sağlık -annemin ameliyatından sonra en önemli şeyin bu olduğunu anladım, atalarımız haklıymış- sonra bütsüz geçireceğimiz bir yarıyıl, arkadaşlarla geçirilecek bol kahkahalı günler, izlenemeyen bölümleri bitirecek hatta üstüne yeni bölümler izlemelik boş vakit ve son olarak olmaz muhtemelen ama daha sakin, insan hayatının daha değerli olduğu bir ülke diliyorum. 

Hepinize iyi seneler 🎊🎉 

23 Aralık 2014 Salı

The Newsroom

Önceki yazım yabancı dizilerle ilgiliydi. Onların hayatımıza girişinden, yeni bölümlerini nasıl heyecanla beklediğimizden bahsetmiştim. Şimdi de 3 sezonda 25 bölüm evet yanlış duymadınız sadece 25 bölüm vermiş bir dizinin bitişinde hissettiklerimi anlatmak istiyorum sizlere. Dizinin ilk fragmanını izlediğimde nasıl merak ettiğimi, 3 sezon boyunca nasıl merakla yeni bölümleri beklediğimi ve final bölümünde ne hissettiğimi paylaşacağım sizlerle. Öncelikle bahsettiğim dizi The Newsroom. Arkadaşlarımla konuşmalarımdan çıkardığım bu diziyi izleyen sayısı fazla değil ama tabi bu izlenim benim çevremle sınırlı olduğu için kesin bir şey söylemek zor. 

Dizinin hikayesini kısaca anlatacak olursak bir anchormanimiz var haberleri sunan Will McAvoy karakteri (Jeff Daniels) son zamanlarda haberlerde haber vermekten çok talk show tadında bir sunum yapmakta. Aslında kendisi hukuk fakültesinden mezun ve oldukça ciddi biri. İzleyici kitlesiyle ve izlenme oranlarıyla mutlu olan, bunu önemseyen biri olarak çıkıyor karışımıza. Haberlerden ve Will'i uzun zamandır tanıyan biri olarak onun bu halinden memnun olmayan kanalın haber müdürü Charlie (Sam Waterson) duruma el atar ve Will'i evlenmek üzereyken aldatan Mackenzie'yi işe alır Will'le birlikte çalısması için. İşte bu andan itibaren ACN kanalı gerçekten haber yapmaya başlamıştır. Tabi bu arada diğer karakterler de diziye bağlıyor insanı.

Dizi Jeff Daniels'a Drama Dizilerinde En İyi Erkek Oyuncu dalında Emmy ödülü getirdi. Diziyi izlediyseniz ya da izlerseniz bu oyunculuğun ödülsüz kalmaması gerektiğini düşüneceksiniz siz de. Başlarda yaşadıklarından etkilenerek etrafına kalın bir duvar örmüş aslında içinde karşısındaki insanı umursayan ve düşünceli bir adamı başarıyla canlandırılması söz konusu. Ödül doğru yeri bulmuş diye düşünüyorum. Will'in eski sevgilisini oynayan Emily Mortimer da ilk olarak aksanıyla göze çarpıyor. Senaristler bunu farketmiş olacaklar ki dizide Mackenzie karakteriyle tanışanlar ilk başta aksanının gerçek olup olmadığını soruyorlar. 

Dizi hakkında başlangıcından itibaren düşüncelerime gelirsek kısaca şöyle anlatayım. ilk fragmanını izlediğimde çok etkilenmiştim. Fragmanda bir panelde bir üniversite öğrencisi 'Amerika neden dünyanın en iyi ülkesi ?' diye soruyordu. Dizi boyunca o akıcı, anlaşılır, aynı tondaki ve hızdaki konuşmasıyla Amerika'nın dünyanın en iyi ülkesi olmadığını istatistiki verilerle açıklıyordu Will McAvoy. Klasik Amerikan dizi ve filmlerinden farklı bir bakış açısı olarak düşünmüştüm bunu. Sonrasında da hep o merak ettiğim kamera arkası, haberlerin nasıl hazırlandığı vs. gibi sahnelerle diziye olan ilgi artıyor. En güzel tarafı ise dizinin düşmeyen temposu. Işte bu sebepler diziyi izlemek için yeter de artar bile.

Dizinin finalinde hissettiklerimi anlatmak istiyorum son olarak. Finalde dizi akılda kalan sorulara cevap niteliğinde kesinlikle. Sadece Maggie ve Jim karakterlerinin ilişkisi hakkında bir netlik yoktu ona da bir cevap alabilseydik daha güzel olurdu. Onun dışında son sahnede sonradan albümü olduğunu öğrendiğim Jeff Daniels ve diğerleri şarkı söyleyerek bitiriyorlar. 

Kesinlikle izlenmesi gereken bir dizi diye düşünüyorum. Ona sıra gelene kadar çooook dizim var diyenler için de yine de zaman ayırıp izleyin derim. 

İyi seyirler...

27 Kasım 2014 Perşembe

Yabancı Dizi Çılgınlığı

İnternete bağlı, kitaplarla azıcık mesafeli bir gençlik var. Ben de onlardan biriyim ve inanın hiç de şikayetçi değilim halimden. Ne ülkemin her saniye değişebilen gündeminden uzak kalıyorum ne de popüler kültür öğelerinden. Twitter sağolsun yetişebiliyoruz hepsine. Bu arada dünya gündemine de bakmak, takip etmek gerekiyor. Tabi yerel haberlere kadar inmekten bahsetmiyorum, tüm dünyayı ilgilendiren haberleri az da olsa bilmek lazım, dünyadan bihaber olmamak adına. Haberler dışında diğer ülkelerin özellikle de her an yanıbaşımızdaymışçasına davranan Amerikan hayatının nasıl olduğunu, oradaki insanların akşam eve gittiklerinde haberlerden sonra aynı bizim yaptığımız gibi dizi izleyip izlemedikleri de yardımcı olabilir bu konuda. Biliyorsunuz ki özellikle Amerika'da diziler sektör haline geldi ve müthiş bir şekilde algı oluşturuyor izleyenlerde. Internet sayesinde farklı ülkelerde de izlenme oranları oldukça yüksek. Türk televizyonlarına çıkıp 'bizi 70  milyon izliyor' diyenlere karşılık malum dizilerin oyuncuları da 'bizi 4-5 milyar insan izliyor' dese yanlış olmaz hatta az bile söylemiş olabilirler bence. 

O kadar fazla çeşit ve o kadar fazla sayıda dizi var ki hangisini izleyeceğimize karar vermek bir noktada zorlaşabiliyor. Hem herkesin izlediği dizileri izlemek istiyorsunuz hem de şöyle diğerlerinden farklı kendi zevkinize göre bir şeyler bulmak. Tabi bu noktada o dizilerin konularını ve oyuncularını bilmek hatta en azından bir bölümünü izlemek gerekiyor. Neyse ki bu konuda şanslıyız çünkü diziler Türk dizileri kadar uzun sürmüyor. Belki de bu yüzden olay örgüsü saçmalık boyutlarına ulaşmadan bir diğer sezonu bekleme safhasına geçiş yapabiliyorsunuz. 

Bir diziye karar verip izlemeye başlıyorsunuz arada çakışanlar olabiliyor ama sıkıntı değil zaten iki bölüm arka arkaya izleseniz bir Türk dizisinden kısa oluyor yine. Çoğu dizi için bu böyle 40-50 dakika arası değişmekte. Yabancı dizi izlemenin tek kötü yanı sezonda çok az bölüm veriyor olması. Hadi bazıları için çok az olmasın da az yine. Dizinin bir sonraki sezonu başlasın diye beklemeler başlıyor. Hele bazen öyle bi yerde bitiyor ki kafadaki soru işaretleri bitmiyor. Oyuncuların sosyal hesaplarını ve bazı uygulamaları takip edip yeni sezon tarihini öğrenmeye çalışıyorsunuz. Aylaaar sonra mutlu sona ulaşıyorsunuz, dizinin yeni sezonu başlıyor. Keyifli günler kapıda !!

Suits : 29 Ocak 4.sezon devamı
Sherlock Yılbaşı özel bölümüyle aramızda 
Game of thrones için 5 Nisan denildi 
House of cards : 14 Şubat 

bi saatinizi ayırın ve bir bölüm patlatın tam zamanı 

22 Kasım 2014 Cumartesi

Vize haftası mini-post

Bir vize haftasına daha başlıyoruz. Neyse ki geçen hafta yolu yarıladım ve bu hafta bitiriyoruz. Gariptir her vize haftası bittiğinde mutluluğun ve rahatlık hislerinin yanı sıra biraz üzülüyorum da. Tam üzülmek değil de insan içi hafif bir burulur ya öyle işte. Bu his zamanı kontrol edemiyorum hissinden kaynaklanıyor aslında yoksa vizeleri bitti diye kim böyle garip duygular içinde olur ki ? 

Son zamanlarda vizelere girerken bir heyecan duymaya başladım. Bildiklerimi yazamayacakmışım gibi geliyor bazen. Ve yine gariptir ki o anlarda olabilecek ilk davamı düşünüyorum. Aklımdan geçen soru şu 'bir vizede bile böyle gereksiz bir heyecan yapıyorsam ilk davamda ambulans dursun adliyenin önünde'. Duyduğun heyecanın saçmalığını bilmek de bir o kadar garip ve saçma. Ama yine de oluyor iste engel olamıyorum. Aslında yazacak bi şeylerin hafızanda yerinin olması bir yandan güzel. Ya hiç bir şey bilmeden girsen sınava ? Kağıt sana, sen kağıda bakar durursun artık. 

Hazır yazı yazıyorken uzun aradan sonra konuyla ilgili bir rahatsızlığımı dile getirmek istiyorum. Sınavda 'ne kadar kaldı' diye sormak nedir ? Hayır yani ilkokulda mıyız arkadaşım ? Ne diye soruyorsun ? Hayır bi de şu var hocanın verdiği cevabı duymayan ya da yanlış anladığını sanıp emin olmak da adına tekrar soran arkadaşlar var onları ayrı bir saçma buluyorum. Hoca söyledi işte ne kadarını duyduysan artık. Zaman bu kadar önemliyse alırsın bir saat, takarsın koluna öyle girersin sınavına. Dikkat dağıtmaktan öteye gitmeyen bir hareket kesinlikle. Hem sorana zararı var, hem de etraftakilere. Bu yazıyı okuyacak bir kişi varsa bile şu saçma hareketi yapmasın hatta yapanları uyarsın. Artık ilkokul psikolojisinden kurtaralım şu arkadaşları. 

10 Ekim 2014 Cuma

Şikayetim Var

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazıda size dert yanacağım. Aslında bu bir kısmınızın müzdarip olduğu bir konu sanıyorum. Evet lafı fazla uzatmadan derdimi söylüyorum : bilgi yarışmaları !! Bilgi yarışmaları hakkında ne gibi bir sorunun olabilir ki diye sorabilirsiniz ki haklısınız da. Zaten benim sorunum yarışmanın kendisi ile değil saatiyle. Ülkemiz televizyonlarında gösterilen bilg yarışmaları genelde geç saatlere konuluyor. Ertesi gün işi okulu olan insanın izlemesi neredeyse imkansıza yakın. Şayet o yarışmalardan birini izlemek istiyorsanız uykunuzdan biraz feragat etmeniz gerekiyor. Belki ben biraz erken uyuyorumdur ama ertesi sabah 9'daki derse gidip de not tutabilmek için bu şart. Konuya dönersek, bilgi yarışmalarını geç saatte olmaları yüzünden izleyemiyorum. Bu zevkten mahrum kalıyorum.

Peki neden yeni bilgiler öğrenmemizi sağlayacak ve var olan bilgilerimizi de sınamamıza imkan veren yarışmalar bu kadar geç saate koyuluyor ? İzlendiğinde insana hiçbir şey katmayan dizilerle dolduracağınıza kafamızı biraz da bilgiyle doldursanız daha iyi olmaz mı ? Kimse dizi izlemesin demiyorum kaldı ki ben de izliyorum ama en azından özet süreleri kısaltılabilir böylece zaten süresi 2 saati bile bulmayan yarışmalara vakit ayrılabilir. Bu arada bilgi yarışmalarının sürelerinin kısa olmasından da şikayetçiyim onu da belirteyim. Belki konsept gereği böyle ama ülkemizde ulusal kanallarda yani o kadar az yarışma var ki bu açlığı gidermede mevcut yarışmalar kısacık süreleriyle yetersiz kalıyorlar. 

Buradan sesimi yetkili merciilere duyurmam imkansız ama belki benimle derdimi paylaşırsınız. Beynimizde izlediğimiz dizilerin yarısı hatta çeyreği kadar bilgi yarışmalarından öğrendiğimiz yeni bilgiler de olsa fena mı olur ? Azıcık beyin jimnastiği yapsak mesela ? Zaten gün içerisinde yeterince kendi hayatlarımızla uğraşırken ekrandaki karakterlerin hayatına el atmayı bırakıp bilgilerimizi sınasak ? Sadece bir fikir bi düşünün derim.  

5 Ekim 2014 Pazar

Bayram Günlerim

Bugün bayramın ikinci günü. Evde pijamalarımla oturmuş aylak aylak takılıyorum. Böyle başlayınca biraz acıklı oldu. Sanki ailem beni bırakıp gitmiş gibi. Oysa öyle değil. Evet gittiler ama yalnız kalmak benim fikrimdi. Ilk başta 'olmaz' dediler ama kararlı olduğumu görünce 'olur' demek zorunda kaldılar. Annem giderken yalnız kalacağıma inanmayarak gitti ki zaten yalnız kalmıyorum diğer aile üyeleri iki adım ötemde sayılır. Ona göre hayatımda biri var ve ben sırf onunla rahat rahat gezip tozabilmek için İstanbul'da kalmayı tercih ediyorum. Halbuki yok öyle bir şey. Hayatımda yıllar sonra biri olmuş saklar mıyım hiç her halimden belli olur o :) Yazlıkta arkadaşlarım olsa ben yine giderdim ve tabi hava az daha sıcak olabilseydi. Güneye insek bir otelde tatil planı yapmış olsak koşa koşa gider en önce ben hazırlardım bavulumu. Ama artık arkadaşlarımın olmadığı, denize giremeyeceğim bir havaya sahip olan Altınoluk ilgimi çekmiyor. Hatta eskiden üç ay kalıp dönüş yolunda ağlayan ben şimdi üç parçaya bölünmüş bir aya mutlu oluyor. Nedeni orada yapılabilecek her şeyi bir aya sığdırabiliyor olmam. Denize girmek, arkadaşlarla gece dışarı çıkmalar, içip gece denize girmeler,güneşlenmek, dinlenme, bir köşeye çekilip kitap okuma ve tabi yeni yerler koylar keşfetme. Bunların hepsini yaptıktan sonra ha üç ay kalmışım ha bir ay. Aksine bir ay dolu dolu geçtiğinden üç aya bedel oluyor. 

Bu yaz geçirdiğim bir ay da bana yetti işte. Altınoluk'un mu eski tadı kalmadı yoksa ben mi değiştim bilemiyorum. Az tatiller yeter hale geldi, İstanbul'da kalmak daha keyifli sanki. İleride derim belki 'keşke daha fazla tatil yapsaydım hazır zamanım varken'. Onun için de savunmam şimdiden hazır 'kendimi dinledim, kendimle başbaşa kalmak iyi geldi.' Zaten Yunus Emre de demiş 'bir ben vardır bende benden içeri'. İşte o ben'e ulaşmak lazım, en azından ara ara dokunmak ona.

28 Eylül 2014 Pazar

Susuz Eylül

Her yaz haberlerde görüyoruz ; barajlarda su kalmadı, İstanbul'un 60 günlük suyu kaldı, barajlar göller kurudu vs. Bu sene de bu haberleri sıkça gördük ekranlarda. Bu sefer farklıydı. Farkı bazı yerlerde halka temiz su verilmemesi hatta suların kesilmesi haberleri de eklendi. 

Malum istanbulda yağmur çiselese haber olur ama doğuda kar yağsa o kadar da haber değeri taşımaz. Suya,susuzluğa ilişkin aksaklıklar istanbul ve çevresinde yaşanmaya başlanınca daha büyük olay oldu. 20 Milyona yakın şehirde, başkentten bile daha önemli olan şehirde nasıl olur da böyle aksaklıklar olur diye. Altyapı yüzünde olur tabi bu zamana kadar da hep oldu ara ara ama bu seferki uzun sürdü. Tam tamına 4 gün !!! 4 Gün boyunca İstanbul'un merkezi ilçelerinden birinde, Kadıköy'de , sular kesildi. Deposu olmayan evlerde, ki Moda'daki eski evlerin çoğunda depo yoktur, insanlar susuz kaldı. Insanın en temel ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli olan su kesildi. Gerekçe olarak büyükşehirin yapmış olduğu çalışma gösterildi. Boru eklenmesi gerekiyormuş, arıza varmış. Bu iktidarlar tarafından her zaman yapılan halkın korkmaması için, paniklememesi adına 'kısa süreli bi sorun,geçecek' mesajlı bi çalışma idi.

Sonuç, arıza (?) giderilmiş, sular verilmeye başlanıyormuş yeniden. Peki barajlardaki doluluk oranını ele aldığımızda 'kısa süreli' denilen sorun gercekten geçici midir ?  Devlet büyüklerinin bu konu hakkında işlevsel, kalıcı ve en önemlisi gerçekçi bi çözümleri var mıdır ? Tekrar susuz kalacak mıyız ? Yoksa yine insanlar belediyenin belirlediği noktalarda su bekleyişinde mi olacak ?

En önemlisi bu sorular ne zaman cevap bulacak ?