29 Ocak 2014 Çarşamba

Çıplak Ve Yalnız / Hamdi Koç

Çıplak ve yalnız...Ordu'nun bir ilçesi olan Ünye'de geçen bir hikaye,amcasından kalan miras sonucu memleketine dönmek zorunda kalan ve eski hayatına dönemeyen bir adamın hikayesi.

Öncelikle ana karakterden bahsedelim biraz.Mesut Akarsu.Ailesi tarafından hiç sevilmediğini düşünmüş,abisi tarafından horlandığını belirtiyor.Üniversiteye gitme fırsatı olmamış,o askerdeyken ailesi bir trafik kazası geçiriyor ve hayatta tamamen yalnız kalıyor.Sırf sevgisizlikten kendisine ilgi gösteren kendinden yaşta büyük bir kadınla evleniyor.İstediği şey sadece hayatta yalnız olmadığını bilmek ve sevilmek.Hayatta hepimizin istediği şeyler aslında ama onun kadar yalnız kalmadık sanırım hiçbirimiz.Aynı zamanda aşkın peşinden giden bir adam bu Mesut.Bir kadının ayakkabısından ona aşık olabilmeyi hayal ediyor.Sesi,nefesi etkilemeye yetiyor onu.Yazar Ayşe Arman'la olan röportajında da şöyle ifade etmiş : cinsel cazibe diye bir şey var. O cazibeye sahip bir kadın, bir adama çok şey yaptırabilir. Alır götürür. Kimse de, “Gelmiyorum!”diyemez. Hele, “Ben evliyim, gelemem!” asla demez. Gidilir yani.Aşkın sadakat duygusundan da öte olduğu düşüncesi hakim bu sözlere.Size göre nasıl peki karşınızdaki insana sadakatinizi saygınızı bir tarafa bırakıp aşkınızın peşinden gidebilir misiniz?

Romanda bir yerde fantastik olarak nitelendirilebilecek bölümler geliyor okurun karşısına.'Fantastik mi o zaman pek tarzım değil' diyenler olabilir aranızda hemen bir ekleme yapayım fantastik ancak sizi yoracak gibi değil.Aslında kitap başlı başına saatlerce elinizde bırakamayacağınız türden.600 sayfa olmasına bakmayın yazarın dili akıcı olduğu için,zorlanmadan bitirebilirsiniz.

Aylardır piyasada olan bir kitap için geç kaldım ama olsun.Hala okumayanlarınız varsa aranızda yazıyı da dikkate alırsınız.
İyi Okumalar!!

21 Ocak 2014 Salı

İstanbullunun Gözünden Ankara

Tatilin başlamasıyla birlikte blog da tatile girmiş gibi oldu.Şimdi haftasonu çıkılan tatilin bitmesiyle birlikte yazılara devam ediyorum tabi ki.Haydi başlayalım.

Ankara yolcusuydum malum.Ankara bi İstanbul değil tabi ki ama benim için iki numaralı şehirdir her zaman.İkinci bir ev gibi.Küçükken her sömestr tatilinde gittiğim,mesleğime karar verdiğim,ilk gözağrılarımın yaşadığı şehir.Biricik anneannemin,yaşasaydı meslektaşım olacak dedemin mezarının olduğu şehir.

Istanbulda yaşayanlar genelde sevmez bu şehri,ankaralılar da istanbulu.Ama iki şehirde de sevdikleriniz varsa ikisinden de kopamazsınız.Hele gide gele orada anılarınız oluşmaya başlamışsa kopma ihtimaliniz kalmaz.Karşılaştırma yapıp istanbulun översiniz ancak bu şehir de böyle iste deyip geçmek gerekir bazen.Boğazı yoktur ancak şehir manzarası da fena sayılmaz.Buram buram tarih kokar bi kere.İstanbulun tarihi daha eski tabi ki benim dediğim cumhuriyet tarihi.Bi yere giderken sağda solda görürsünüz bakanlıklar,devlet daireleri,radyolar,...

Memur kenti derler bu yüzden bi restauranta oturduğunuzda,mağazalara baktığınızda anlarsınız istanbulda kazıklandığınızı.İstanbulda 150 liraya aldığınız bi kabanın burada 70 lira olmasına içerlersiniz.Kısacası çoğunlukla memurların yaşadığı bu şehirde hayat biraz daha ucuzdur.

Sokak hayatına gelelim biraz.Memurlar eğlenmez diye düşünmüş olacaklar avm çöplüğü haline gelmiş bi yer.Bu kadar avm'ye ne gerek vardı Melih'ciğim tamam başkent Büyükşehir falan da abartmışsın sen hatta bi şeyini çıkarmışsın.

Son olarak metro olayına gelmek istiyorum.Metroyu yapmışsınız ama olmamış o.İlkel kalmış biraz daha modern olmak lazım.Gerçi seçim kaygısı olmayınca olduğu gibi kalsın değiştirmeye gerek yok değil mi başkanım?


14 Ocak 2014 Salı

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi...ilk olarak söylemeliyim ki adı gibi güzel bir kitaptı.Ahmet Ümit'in ilkokuldayken zorunlu olarak okuduğum Masal Masal Içinde kitabından sonra başka kitabını okumamıştım bunun pişmanlığını yaşattı bu kitap bana.Keşke dedim ilkokuldayken tanıdığım bu yazarı okumaya devam etseydim.Okuduğum kitabı da hala aklımda tamamı değil tabi ki ama beni etkilemiş olacak ki unutmamışım.Bu kitaptan sonra yanlışı devam ettirmeden okumak lazım diğer eserleri.

Şimdi taze taze çıkan kitaba gelirsek..Aslında çıkalı oldu biraz okuyayım mı okumayayım mı,kafama uyar mı derken zamanı geçirdik.Ama ne demiş atalarımız geç olsun güç olmasın.Öyle oldu gerçekten de kitapla kavuşmamız uzun sürdü biraz ama 1 günde bitti.Neden bir günde bittiğini soracak olursanız,hızlı okuduğumdan değil.yazar sizi öyle bir sarıp sarmalıyor ki kitabı elimizden bırakmak her dakika zorlaşıyor.Yemek yemek için bile kalkmak istemiyorsunuz o koltuktan.Sanki ara verseniz katilin kim olduğunu başkomiser Nevzat çözecek de haberiniz olmayacakmış gibi geliyor.İşte bu hissiyatı verebilen yazar bir alkışı hakkediyor.Polisiye roman dediğin böyle olmalı.Yabancılar daha başarılı geliyordu ama bizimkiler de boş değilmiş dedirtiyor insana Ahmet Ümit.

Göze çarpan bazı şeyler de yok değil tabi ki.Şahsen Ali komiser diye bir karakter var kitapta gerek sorgu sırasında gerek diğer araştırmalarda komiser Nevzat'tan daha akıllıca sorular soruyordu,yaşı genç olduğundan mı tecrübesizliğinden mi bilinmez daha atikti.Kitapta yardımcısı bu kadar atik iken Başkomiser Nevzat'ın geride kaldığı anları pek anlayamadım açıkçası.Ana karakterin asıl soruları sorduğu ve olayı çözdüğü yardımcısının ise tahmin yürütüp 'yardımcı' sıfatında kaldığı kitaplar varken daha çok piyasada burda yardımcı karakter baş karakterin önüne geçiyordu zaman zaman.Belki de gözüme en çok takılan şey oydu.Bir de kitabı okumayanlar varsa isim vermeyelim katilin sonunda bu kadar çabuk çözüleceğini tahmin etmezdim.Bi anlık bi hisle yapmıştı evet,asıl işi o da değildi ama hiç zorlamadan itiraf etti.Belki o da zorlasa gereksiz uzamış olacaktı son bilemiyorum ama bu kadar kolay bir itirafı beklemiyordum açıkçası.

Bu iki nokta dışında kitaba söyleyecek söz yok.Kesinlikle çok başarılı.Hem Ahmet Ümit gibi bir yazara bu kadar ara verdiğime hem de kitaba bu kadar geç başladığıma pişman oldum.Olsun her şeyden pay çıkartmak lazım.Günümü evde olsam da beyoğlu'ndaymışım gibi o cinayeti çözecek olan ekipten biriymiş gibi  hissetmemi sağlayan bu güzel yazarı okuyun okutturun!



13 Ocak 2014 Pazartesi

Ve Finaller Biter...

Bu sene hazırlıkta okuyanların ya da bölüme geçip de finalleri geçen hafta biten arkadaşlar hariç asıl finaller yeni yeni bitiyor.Üstümüzden büyük bir yük kalktı hem de ne yük! Sabah erkenden okula gidip ders çalışmaktan,akşamları yemek yer yemez yine masa başına gitmekten bir süreliğine olsa da kurtulduk.Şimdi tatil zamanı arkadaşlar.Sınavlar bi bitsin'le başlayan cümlelerimizi gerçekleştirmenin zamanı geldi.Herkesin bir planı var ve onu bu tatilde gerçekleştirelim ertelemeyelim.

Öğrencilerin çoğu özellikle şehir dışından gelenler evlerine dönüyor.Ben de anne memleketine gideceğim Ankara günlerimi yazarım buraya yine.Bu ziyaretleri gerçekleştirdikten evimize döndükten sonra yapacaklarımızı da planladık tabi.şimdi eğlenme zamanıdır.Büte kalmadım diye sevinme zamanıdır.Güzelim tatilin tadını çıkarma zamanıdır.Hepinize iyi tatiller gençler!! 

12 Ocak 2014 Pazar

Finalin Var Ama Çalışmıyorsun Neden

Ertesi gün sınavı varken bi insan neden çalışmaz? A)zaten bi kaç gün öncesinden başlamıştır son gün yatar B)büte bırakmayı göze almıştır C)vizem fena değildi bundan bi şekilde yırtarız diye düşünüyordur D)son iki finalinden biridir artık canına yetmiştir...bu liste böyle uzar gider.Kendi cevabımı vereyim anayasadan sonra öyle bıraktım ki toparlamak zor.Ben de dedim tamamen bırakayım bir engel yok yani.Her ne kadar yarın önüme gelecek soruların hocanın karakteriyle ilgili olarak absürd olacağını bilsem de çalışmak için yeterli bir durum değil bu benim için.Gerçi yarın büte kalanların o meşhur Kenan imirzalıoğlu'nun o capsini koyarım belli olmaz ama şimdilik sülalem rahat capsi daha uygun düşer herhalde.

Şimdi isterseniz asıl soruya geri dönelim ertesi gün sınavı varken bir öğrenci neden çalışmaz? Asıl mesele daha önce çalışmadıysanız o konuya 'inceldiği yerden kopsun aman ya' deyip tamamen bırakmak.Kendine fazla güven iyi bir şey değil arkadaşlar kesin bilgi yani.Sınavda belki öyle sorular gelecek ki az biraz baksaydın yapabileceğin sorular.genelde de öyle olur.biraz bakmış olsan yapacağını bilirsin önceki gece keşke boş boş oturmasaydım dersin ya da dizi izlediysen diziyi mi soracaklardı oturup çalışsaydım dersin.Pişkinliğe vurup 'oh iyi ki de izlemişim zaten yapamazdım' da diyebilirsin tabi.

yaş arttıkça insan kendini daha iyi tanıyor galiba.hedeflerim var ve iyi bir ortalama gerekiyor bunun için hukukta da zor olacağını bildiğimden ben de bıraktım galiba.Geçsem yeter mantığına döndüm.Hedeflerim hayal oldu belki zamanla hayallerim de suya düşer bilmiyorum.Şu an tek bildiğim yarın bir finalim olduğu ama benim çalışmak istemediğim.Çalışıyorum diye kendimi kandırıp 10 dakikada bir telefonu elime aldığım.Ne olursa olsun bugün için bi keşkem olacak elimde eminim.Keşke biraz baksaydım bla bla.

Sonuç 'keşkeler elimizde,finaller önümüzde,sınavlar girer bize hepimizeee'

11 Ocak 2014 Cumartesi

Senaryo Gerçek Mi Oluyor?

The Day After Tomorrow diye bir film vardı hatırlarsanız.Küresel ısınma olayı daha yeni yeni konuşulmaya başlanırken çoğu insan ısınma olacak derken bu film dondurucu soğuklar olacağından bahsediyordu.O filmden sonra da çok film yapıldı öncesinde de yapılmıştır ama bu film biraz daha öne çıktı sanki.Neyse asıl söyleyeceğim şey son günlerde Amerika'da yaşanan soğuklar.İnsanın aklına ilk olarak acaba bu senaryo gerçek mi olacak sorusu geliyor.Tabi ki birtakım araştırmaların sonunda ortaya çıkan bir film ancak filmin çekilmesinden 10 yıl sonra belirtilerin bu kadar net olması geleceğe pozitif bakması pek olası değil.Şimdi Amerika'da Çin'de dondurucu soğuklar varsa bize ne gibisinden bi soru çoğu insanın daha doğrusu bilinçli insanların aklına gelmez ama cevabını vermiş olalım burdan.Bugün bu felaketi yaşayan ülkeler ekonomik açıdan hatta siyasi açıdan da dünyaya yön veren ülkeler.Araştırmaların sonuçlarının somut olarak görünce küresel ısınmanın etkisinin daha az hissedildiği bölgelere yönelik istila çalışmalarını hızlandıracaklar.Bu girişimleri yaşayıp göreceğiz tabi ama gelecek nesillere güzel bir dünya bırakamadığımız kesin.
O yüzden diyorum ki film senaryolarını özellikle Amerikan yapımı filmleri bi noktada ciddiye almak lazım.Bu filmde olduğu gibi bi 10 sene sonra belirtilerini görmeye başlayabiliriz belli mi olur?

10 Ocak 2014 Cuma

Seçim Zamanı İkna Çalışmaları

Lisedeki din hocamın hayatında görmediği dini hikayeleri görmüş gibi anlatmasına,di'li geçmiş zaman kullanmasına sinir olurdum.Aynı şekilde tam olarak bilmediği olayları bilmiş gibi anlatan ve bu şekilde o olayı kişileri savunanlara da aynı şekilde sinir oluyorum.Hele daha bizim yaştaki insanların daha 20'lere yeni yaklaşmış ya da 20'lerini yeni yaşamaya başlamış insanların 80'lerdeki olayları yaşamış gibi anlatması tahammül edilemez.Hayır yani bilmediğin bir olayı sadece sana anlatılanlara dayanarak nasıl savunabiliyorsun? Günümüzdeki olayları bile bi 10 sene önce olan şeyleri mesela nasıl savunabilirsin ki? O zaman 10 yaşındayın daha,haberleri izliyordun belki ama siyasetle ilgilenmiyordun ki! bu nasıl bi mantık anlamış değilim.Bilmediğin bi şeyi körü körüne savunma saçmalığı da cabası.Oy verecek yaşa gelen insanların siyasetle ilgilenmesi güzel bi şey tabi hatta ilgilenmeli bir oy bile değerliğiyken oylar boşa gitmemeli.Ancak oy vermeyi düşündüğünüz partiye körü körüne bağlanmak ve o partinin her düşüncesine katılmak zorunda değiliz seçmenler olarak.Sonuçta partinin bir üyesi değiliz sadece oy veriyoruz tabi ki genel olarak başa geldiğinde düşüncelerimize uyacak bir partiye oy vermeliyiz ancak parti disiplinine bu kadar bağlanmak doğru değil.Temsili vekaletin uygulandığı ülkemizde oyumuzu veriyoruz ve geri kalanı milletvekillerinin parti disiplinine göre devam ediyor.Takım tutar gibi parti tutulmaz.Siyasetçi değilseniz,bir partiye mensup değilseniz bu hareketiniz çocukça olmaktan öteye geçemiyor.Ayrıca seçim zamanı bırakın parti başkanları konuşsun,başkalarını o partiye oy vermek için ikna etmek saçma.Nedeni ise basit Türk milleti olarak hangi konu olursa olsun koyun gibi peşinden gittiğimizden kimin hangi partiye oy vereceği belli zaten.Yani parti başkanlarının seçim propagandası altında tuvalet açılışına bile gitmesi bizim paralarımızı boşa harcamaktan başka bir şey değil.Parti başkanları boşa nefes tüketirken sizin sıradan insanlar olarak hele de bu yaşta fenomen adı altında fikir aşılamaya çalışmanız doğru değil.Düşünceleri paylaşmak doğru olabilir ama söze ben böyle düşünüyorum  diye başlamak ve karşıt düşüncendeki insanlara hakaret etmemek en doğrusu bu durumda.
Sonuç olarak herkesin kime oy vereceği belliyken kolay kolay kimsenin fikri değişmeyeceğinden boşunuza nefesimizi tüketmeyelim ve karşımızdakine hakaret etmeyelim.Körü körüne de bağlanmayalım oy vereceğimiz partiye,hiç bir politikacı sütten çıkmış ak kaşık değil hepsinin yanlış yaptığı düşünceleri ve hareketleri olmuş olabilir ve olacaktır da.Önemli olan kendi düşüncelerinize göre kötünün iyisini seçebilmek.