27 Şubat 2017 Pazartesi

!F İSTANBUL '17

    Mezun olmadan önce, bir şeyler yapayım boş boş oturmayayım derdim vardı biliyorsunuz, bir önceki postta anlatmıştım. Bu amaçla, birkaç yere başvurdum ve bir iki tanesinden güzel yanıtlar aldım. Okul ve ev dışında bir alan yaratmaya başladım. Bunun için fazlasıyla geç kalmış olsam da önünde sonunda bir şeyler yapmak iyi geliyormuş insana bunu anladım. Şimdi, son 10 günümü güzelleştiren bir işten bahsetmek istiyorum. İşte karşınızda, !f İstanbul..

     Başvuru tarihinin son günlerine yetiştim, öncelikle onu belirteyim. Ucundan da olsa iyi ki yakalamışım ki bu güzel ekibin bir parçası oldum. O kadar güzel bir ofisleri var ki etkilenmemek elde değil. Çalışanların enerjisi ve festivalde biz gönüllülerle görüşmeyi yapan Ahmet (Yaşar) enerjisiyle ikna edici oluyor yeterince. Görüşmede, o kadar ısındım ki her gün küçük bir İstanbul turu yapmayı kabul etmiş bir şekilde çıktım. Tabii sonrasında, şans eseri bir boşluk oldu, Akasya'da bilet kontrol bölümüne geçiş yapabildim. Bunda, gönüllü çalışanlarını düşünen bir ekip olmasının büyük payı var onu da unutmayalım.

      Peki, 10 gün boyunca ne yaptım ? Akasya, festivalin yeni salonu ve çokça bilinen bir yer olmadığı için herhalde çok film yoktu bizim salonda. Kurallar oldukça basitti ancak hizmet sektörünün her alanında olduğu insanlarla iletişim kurmanın yer yer zor olduğu anlar yaşandı. Yeri geldi tatlı dille anlattık, yeri geldi anlatmanın işe yaramayacağını anlayıp sustuk, bir nevi pasif direniş yani. Yabancı konuklar geldiğinde onlara dert anlatırken İngilizce pratik yapabilme imkanınız bile olabiliyor hatta. Sonrasında, bilet keserken de yanınızdaki gönüllü arkadaşlarla muhabbet döndürebiliyorsunuz çünkü etrafınızdaki herkes aynı yaş grubunda ve bir sinerji oluşuyor ister istemez. Salon koordinatörümüzün ve teknik ekipten müstakbel meslektaşımın da emeği ve iyi niyetinden bahsetmesem olmaz. Bizimle bilet kestikleri de oldu ve itiraf edeyim en çok onlar yoruldu. Bize her alanda destek oldular ve bu işin eğlenceli hale gelmesinde kollektif bir çalışma halindeydik. Son seansta kapı kapandığında, güzel bir veda oldu. Zaten bir yerden iyi ayrılmak ve hatırlanınca gülümseten anılar bırakmak değil mi önemli olan ?
 
     Yeri geldi yorulduk, yeri geldi eğlendik ve çok güzel bir 10 gün geçirdik. !f'e başvururken ne beklediysem fazlasıyla aldım gibi hissediyorum. İyi bir iş çıkardık bence ve festivalin daha başındayken 'iyi ki yaptım' dedim. 15 film izledim bir kere, sinemaya doydum diyebilirim. Benim ilk ve son seferimdi ama imkanım olsa seneye yeniden başvururdum. Bu yazıyı referans olur ve belki güzel enerjiye sahip birilerini teşvik eder diye yazıyorum. İsteğiniz ve vaktiniz de varsa, sonraki senelerde siz de başvurun. Güzel bir ekip, bir insanın 10 gün içinde yaşayabileceği max tecrübe sizleri bekliyor olacak. İyi ki varsınız güzel insanlar ve iyi ki varsın !f !!!

29 Ocak 2017 Pazar

Mezuniyetten Önceki Son Çıkış

Yarın üniversite hayatımın son dönemi (muhtemelen son) başlıyor. Öğrenciliğim sona erecek diye ciddi anlamda üzülüyorum. Çünkü mezun olmak demek ; iş aramak demek, işe girebilirsen eğer sorumluluk almak demek ve dalga amaçlı kullanılan 'işsiz' kelimesinin gerçek anlamda kullanılabilmesi demek. Öğrenciliğin her türlü avantajından yoksun kalmak demek. Özetle, kötü bir şey. İyi yanları da var tabii, kendi paranı kazanmak gibi ancak şimdilik onları düşünemiyorum. İlk maaşımı aldığımda düşünebilirim belki, zira şu an o zamana daha çook varmış gibi geliyor. 

Yazının asıl konusu, mezuniyet dertleri değil, mezun olmadan önceki son çıkışta yapmak istediğim şeyler, peki bunlar neler ? İlk basamakta, gönüllü olarak bir projede yer almak var. Biliyorum, bunun için fazlasıyla geç kaldım ama önemli olan bir yerden başlamak değil mi zaten, başlıyorum işte. İnternet bazı açılardan büyük nimet ve bu konuda da açıkçası internetten faydalandım ben de. Bir de bu faal bir arkadaşınız varsa, hemen bir şeyler bulmanız olası. Herkes kendine göre bir etkinlik bulabilir bu güruhta. Dikkatimi çeken, etkinliklerin birçoğunun çocuklara yönelik olması. Çocuklarla vakit geçirmekten hoşlanıyorsanız güzel bir seçenek olabilir, gençlere fırsat sağlayan ya da toplumun geneline yönelik sosyal sorumluluk projeleri mevcut. Detaylı bir araştırma yapılıp kişiye uygun bir etkinlik bulunabilir. Ben de öyle yaptım ve birkaç yere başvuruda bulundum. Aşağıya linklerini bırakacağım, siz de bakabilirsiniz.

İkinci basamakta ise, okulda daha çok vakit geçirmek var. Vakit geçirmekten kasıt, boş boş oturmak değil tabii kaliteli bir şeyler yapmak. Gerekirse boş da oturulabilir ancak gitmeden önce okulun imkanlarından -bunun için de bir keşif gerekiyor- yararlanmak istiyorum. Arayan bulur diye düşünüyorum, zor olmasa gerek.

Başka basamaklar da var aklımda, kişisel gelişimim adına iyi olacağını düşündüğüm birtakım aktiviteler yine. Sadece mezun olmadan önce değil, sonrasında da kendime bu gibi meşgaleler bulmayı düşünüyorum. Ev - iş/okul - ev şeklinde geçen günlerim olsun istiyorum. Bunların hepsi, yıllar sonra 'keşke' dememek için. Umarım bir işe yarar ve isteklerime yakınlaşırım biraz.

Linkler paylaşacağım demiştim, işte buradalar :
1) www.amnesty.org.tr - Uluslararası Öf Örgütü
2) aiesec.org.tr
3) getem.boun.edu.tr - Görme Engellilere Sesli Kitap
4)http://www.kadikoytiyatrolari.com/benim-komsum-tiyatro/ - Bu da Kadıköy'de oturanlar için 

26 Aralık 2016 Pazartesi

2016'da Ne Yaşadım ?

Yeni yılın gelmesiyle beraber bir blogum olduğu aklıma geldi ve sahalara geri döndüm. Bu post özeleştiri üzerine olacak, şimdiden uyarayım kan ve gözyaşı içerir. 

Yeni yılın ilk günlerinde mutlu sayılırdım. Geçmiş zamanlarda olmasını istediğim bir şey kendiliğinden ayağıma kadar gelmiş sonuçta, neden mutlu olmayayım ? Günler tatlı tatlı geçiyordu ki gelen şey gitti birden. Açıkçası, emek verilmeden elde edilen her şeyde olduğu gibi kaybettim diye üzülmedim. Hatta hiç etkilemedi diyebilirim.

Güzel günlerin yaşandığı sırada bir aile büyüğümüzü kaybettik. Kendimizi kötü sona hazırlamıştık, olabildiği kadar ama yine de umudunu yitirmemek istiyor insan. Biz de yitirmemiştik ama kötü son geldi maalesef. Kışın bir akrabalarla bir toplantı olmadığı sürece görüşmediğimiz için çok anlamamıştım ancak yazın evinin önünden her geçtiğimde, her an balkona çıkacakmış gibi geliyordu. Ama artık o kapı kapandı ve bir daha onun tarafından açılamayacak..

Üniversite hayatımın sonlarına yaklaşırken, tamamen tesadüf eseri gördüğüm bir etkinliğe (Hukuk Forumu) başvurdum ve kabul edildim. Harvard'a kabul edilmişim gibi oldu biraz ama monotonluktan ölen hayatıma bir Harvard etkisi yarattı diyebilirim. Hayatımın en güzel 3 gününü geçirdim. Bu yolculukta tek başımaydım ama döndüğümde güzel anılar ve yeni arkadaşlıklar vardı. Hayatımda yeni bir basamak atlamış gibiydim, adeta bir ufuk genişlemesi Kıssadan hisse, bazen cesareti toplayıp gerekirse tek başına yola çıkmak lazım, süper iyi geliyor.

Etkinliğin etkisiyle kendimi mükemmel hissettiğim bir zaman dilimindeydim ki giden geri geldi. Bu sefer yine aynı umursamazlıkla devam edecektim ama zaman geçtikçe öyle olmadığını farkettim. Ruh halim değişmeye başlamıştı ufaktan, yaşanan her an için duygusal tepkimi ortaya koyuyordum. Böyle anlatınca aşk gibi oldu ancak durum öyle değil tabii. Bu zamana kadar her anını kontrol eden birinin belirsizliğe düşündüğü andaki saçmalama hali. Evet, tam da bu, ne eksik ne fazla.

Sonunda bu belirsizlik haline son verdim, zira bana zarar vermesine çok çok az kalmıştı. Özgürleştiğimi hissettim, zaten en sevdiğim mevsim yaz da gelmişti ve benden iyisi yoktu.

Yazın benim için 21 yıllık mazisi olan, ailem içinse 26 yıllık mazisi olan yazlığımızı sattık. Eşyalara fazlasıyla anlam yükleyen biri olduğum için evi toplarken de nakliye aracı kapının önünde durduğunda da hüzünlendim. Hele evin boş halini görmek, orada yaşanan güzel anılara veda etmek gibiydi. Daha iyisine gittiğimizi biliyordum ama yine de kolay olmadı. Seneye oraya nasıl gideceğim ya da gider miyim, inanın ben bile bilmiyorum.

Annemle ilgili de bir sağlık sorunu yaşadık. Bir hafta- 10 gün boyunca hastanede kaldık. İstanbul'a annemin hastalığına bir açıklama bulmak endişesiyle tek başıma döndüm. Buraya geldiğim günü, beni havaalanından alan, evinin kapısını açan, yatacak yer veren arkadaşlarımı unutmam mümkün değil. Çünkü nasıl geldiğimi bilmediğim için evin anahtarına da sahip değildim, bildiğiniz sokakta kalmıştım ama ne şanslıyım ki zamanında doğru insanlara yatırım yapmışım ve o güzel insanlar iyi ki varlar.

Bir aya yakın bir süre 'evde tek başına' modunda yaşadım. İtiraf etmek gerekirse, güzeldi ve sonlara doğru fazlasıyla olgunlaştığımı hissetmiştim. İlk defa yaşadığım bir deneyimdi ve bunu yaşamak için ne kadar geç kaldığımı farkettim. Asıl üniversite hayatını yaşayanlar aile yanında olmayanlardır, net.

Üniversite hayatı derken, son yılıma girmiş bulunmaktayım ve hala 'uzatsam ne güzel olurdu' diye düşünüyorum. Ailemin tepki vermeyeceğini bilsem bursumu sonuna kadar kullanırdım ama kazın ayağı öyle olmuyor maalesef. Zaten hazırlık da okuyamadım ve yapacaklarımı bitiremeden mezun olacağım. 90 yaşındaki insanların hayata doyamaması gibi ben de doyamadan mezun oluyorum, bakın bu dramdır.

Ülkemizde yaşanan, anlamsızca bulduğum terör olaylarından da bahsetmemek olmaz. Tam anlamıyla gereksiz yere yiten canlar, sönen yaşamlar oluyor, olmakta. Kimin kiminle, neden savaştığı belli değil. Sorsak eli silah tutanlar da, canlı bomba olarak katliama yol açanlar da bilmezler eminim ancak bir şekilde beyinler yıkanıyor ve sonuçta kayıplarına ağlayan yine bizler oluyoruz. İşin acı kısmı, televizyonda gördüğümüz o 'sayı'lardan birinin bizim ya da sevdiklerimizin ya da masum insanların olmayacağının garantisi de yok maalesef.

Son olarak da, bu sene kaybettiğimiz iki ünlü ismi anmadan geçemeyeceğim. İkisi de son zamanlarda oldu, Leonard Cohen ve bugün kaybettiğimiz George Michael. Tanrı, güzel insanları yanına alıyor ne acı.

6 Aralık 2016 Salı

Telefon Detoksuna Var Mısınız ?

Geçen hafta ders çıkışı telefonum elimden düştü, başta bir şey yok sandım ancak kendisine daha doğrusu ekranına veda etmişiz maalesef. Yaptırmak için iki günlük bir süre beklemem gerekiyordu, peki telefonla yatıp kalkan biri olarak bu 2 günde nasıl yaşadım ?!

Telefonsuz da yaşanıyormuş arkadaşlar, öncelikle onu söyleyeyim. O iki günde sürekli bir şey yapmayı unutmuşum hissi vardı. Salt sosyal medya kullanamama durumundan bahsetmiyorum. Saate bakmak için bile telefonu kullanıyormuşum meğerse. Derste sıkıldığım her anda telefona gidiyormuş elim. Sabah uyanmak için bile onu kullanıyormuşum. Trafikte sıkılmamak için müzik dinlerken de yine yanımda o varmış. Özetle sevgilimden ayrılsam bu kadar buruk hissetmezdim sanırım. Bağımlılık yapıyor  diyorlar ya doğru, tecrübeyle sabit.

Buruk  ve 'iyi de ben şimdi ne yapacağım ?' sorusuyla geçen ilk anlardan sonra buna bir çözüm bulmalıyım, dedim. Öncellikle, laptopla teselli buldum, sosyal medya hesaplarımı kontrol ettim. Bazıları yok maalesef ve bu durum üzmedi değil. Bildirim amaçlı bir tweet attım, sanmıyorum ama ulaşmak isteyip de ulaşamayan olursa diye. Bir süre sonra -alışık olmadığımdan sanırım- laptoptan olan biteni kontrol etmek sıkıcı geldi ve kapattım hemen. Bu sürede sosyal medyadan uzak durma kararı aldım. Gündemden de uzak durmuş oldum ve net bir şekilde söyleyebilirim ki CAHİLLİK MUTLULUK ! Huzura erdim resmen, televizyon da izlemiyorum mis gibi oldu. Tavsiye ediyorum, iki günlük bile olsa sosyal medya detoksuna girin, bir deneyin. Bildirim geliyor diye tüm işlerimi kesik kesik yapıyormuşum, bu zorunlu detoks sayesinde işlerimin daha çabuk bittiğini gördüm. 

Özetle, bağımlılık haline getirdiğimiz maddi şeylerin aslında bir bağımlılık olmadığını farkettim. Hatta onlarsız daha da mutlu olabilme ihtimalimiz var. Bu ihtimali göz önünde bulundurup ara ara bu detoksa gireceğim sanırım. Huzur garantili, deneyin denettirin efendim. 

24 Mayıs 2016 Salı

Kaybettik, Albayım !

     Son zamanlarda o kadar dolmuşum ki, içimdekileri bir yere yazmak istedim. Bunu şu an neden public bir şekilde yaptığıma dair en ufak fikrim yok. Sanırım kimseye ulaşmayacak diye rahatım biraz. Sadece yazıp rahatlarım düşüncesiyle bir şeyler anlatacağım.

 

      İçimdeki histen bahsedeyim önce. Hani bazen bir şey olur etrafınızda sizden başkalarının hissettiği ama sizin bir türlü gerçek olduğuna inanmadığınız. Zamanla 'acaba olur mu ki?' demeye başlarsınız. Olacağına dair şeyler sezersiniz zamanla ama bir yandan da aklınıza ihanet etmek istemezsiniz. Çünkü gerçekçi bir yaklaşımla olmayacağını biliyorsunuzdur. Zaten başta elinizde de bir şey yoktur, o yüzden 'bana öyle geldi' der devam edersiniz hayatınıza. Sonra birden, en olmadık zamanda tekrar aynı düşünceler gelir. Bu sefer, bir adım daha yaklaştığınızı hissedersiniz. Fırsat gibidir, ayağınıza geldi sanırsınız. Ama yine de bir yanınız inanmak istemez. İşte olay burada başlıyor. Bir süre sonra, ikinci şans sanırım bu deyip değerlendirmek istersiniz ve işler karışır. Alışırsınız duruma. Ki işin kötü kısmı bu. Birine, bir şeye alışmak. Kolay kopamayan biriyseniz, alıştığınızdan yokluğunda ciddi zorluk çekersiniz. Ama bir yandan da kuyruğu dik tutmak adına bir şey yapmazsınız. Çünkü zaten üzülen tarafsınız ve daha da üzülmek istemezsiniz.


      Üzülmek konusuna da gelince, ben ki üzülmemek adına kendimi defalarca üzmüş insanım ama hala akıllanamamış olmam da iyiye işaret değil. Sanırım, kimseye bunu söylememek en doğrusu. Çünkü kendiniz hakkında verdiğiniz her bilgi, açık vermek gibi oluyor. En az hasarla atlatmak istiyorsanız, çok şey anlatmayın.


      Sanırım en önemlisi de, kendini kaptırmadan aklına ihanet etmemek. Diğerlerini bilmiyorum ama mantık çizgisinden birazcık kaysam bana iyi şeyler olmuyor. Bu sefer farklı olur belki deyip değişmeye çalışmayın, olmayacak. Kendinizi kandırmanın da bir anlamı yok. Mutluluğu bir gün bulacaksınız diye bir şey de yok. Evet, karamsar bir bakış açısı oldu. Ama şöyle düşünelim,  her türlü mutluluğu herkes yaşayacak olsa, dünya da mutsuz insan kalmazdı. Demek ki, bazılarımızın payına düşmüyor. Kabullenmek lazım. Yine kaderci bakış açısıyla yazıyı bitiriyorum. Olacağı varsa olur, çok şeyapmamak lazım.



 


28 Şubat 2016 Pazar

The Oscar Goes To..

Durun, başlamayın törene. Ben daha yazımı yazmadım. Ne kadar son dakikacı bir insan olduğumu bir kez daha tecrübe ettim ve bu son dakika yazısını okuyarak sizler de bana eşlik ediyorsunuz. Oscar'da bu sene 'en iyi film' dalında aday olan filmleri izleyip buraya yorumlarımı yazacağımı söylemiştim. İki film kalmıştı ve son filmimi törene saatler kala bitirdim. Yekta Kopan ve ona bu sene eşlik eden Ceyda Düvenci ben son filmimi izlerken yayına başladılar, güzel bir yayın ve tören olur umarım. Tabi, kırmızı halıyı da merak etmiyor değilim. Büyülü gecenizin bir o kadar büyülü geçmesi dileğiyle diyorum ve son iki filmin yorumunu yapıyorum. Filmler, Room ve Mad Max : Fury Road.

Az önce bitirdiğim Mad Max : Fury Road'dan başlayayım. Kendisi, klasik bir Hollywood filmi. Bol aksiyonlu, hatta aksiyon olsun diye bol saçmalamacalı bir film. Tom Hardy'i yakışıklılığından ve filmin başında o demir maske ile durabilmeyi başardığı için kutluyorum. O güzelim kızı, daha filmin başında öldüren senariste, yönetmene yazıklar olsun demeyi de ihmal etmeyeceğim. Özetle, aksiyon olarak fena değil ancak ben pek keyif alamadım. Görsel efekt, müzik falan alır belki bir şeyler.

Room ise kesinlikle konusu ve derinliği olan bir film. Alt metinlerini okuyabilmek adına, defalarca izlenebilir bence. Hele başroldeki Jack..muhteşem bir oyunculuk. O çocuğun geleceği parlak, demedi demeyin. Kadın, cinsiyetçi yaklaşım, aile ilişkileri, özgürlük, gerçeklik ve sanal dünya belki de daha niceleri..Filmde yok yok resmen. Özgürlük teması üzerine gidiliyor gibi gözükse de alt metinlerinin de oldukça geniş ve kapsamlı olduğu görüşündeyim. Beni etkileyen bir sahneyi anlatarak bitirmek istiyorum. Çocuk, elinde telefonla çizgi film izliyor. Aslında günümüz çocukları için çok basit, olağan bir şey ancak annesi tepki gösteriyor ve 'gerçek bir şeyle ilgilenmesini istiyorum' diyor. Teknolojiyle gerçek dünyadan ne kadar uzaklaştığımızın bir örneği aslında ve buna da bir eleştiri sahnesi olduğunu düşünüyorum. Bunun gibi daha çok  derin sahneleri olan bir film. Kesinlikle izlenmeli.

Fazlasıyla aceleye geldi bu yazı. Biraz daha derinliği olan bir şeyler yazıp telafi etmeye çalışacağım bir dahakine. Herkes gibi ben de tahminlerimi bir yere yazdım ve törenin başlamasını bekliyorum. Güzel bir gece olsun hepiniz için. Bakalım, küçük heykelcikler kimlere gidecek ??

15 Şubat 2016 Pazartesi

Oscar'a Adım Adım

 Oscar maratonu hızını kesmeden devam ediyor. Ben filmleri izlemeye devam ederken Oscar'ın habercisi olarak nitelendirilen BAFTA ödülleri sahiplerini buldu bile. Listeye bakma fırsatı bulduysanız, fark etmişsinizdir, öyle şaşırtıcı bir sonuç yok. Tabi, herkesin gönlünün birincisi ayrıdır ama genel yorumları okuyunca az çok böyle bir sonucu tahmin etmek zor değil. O büyülü geceye dair bir ipucu yakalamış olsak da filmleri izlemeye ve yorumlarıma devam edeceğim. Bu yazının filmleri The Big Short ve The Revenant.

 The Big Short ile başlayayım. Öncelikle kadrosu bir harika ! Christian Bale olsun, Ryan Gosling olsun pek beğenerek izlediğimiz aktörler. Tabi sadece oyunculuklarına dayanarak bu yorumu yapmadığımı anlamışsınızdır :) Filmin konusuna dönecek olursak, bu da bir 'based on a true story' filmi. Bu girişiyle beni yakaladı, kadrosu da etkiledi tabi, filme bir heyecanla başladım. Sistem eleştirisi üzerine kurulu bir yapım aslında ve eleştiri yine sistemin içindeki karakterlerden geliyor bu açıdan başarılı sayabiliriz. Ancak, filmin temposuyla ilgili sanırım dikkatim dağıldı ara ara ve toparlamak da zorluk çektim gibi. Belki daha kısa olsa, daha iyi olurdu bilemiyorum. Imdb'deki puanını muhtemelen finaliyle ve genel kurgusuyla almıştır ve oyunculuklarla tabi. Film, BAFTA'dan eli boş dönmedi ve 'en iyi uyarlama senaryo' ödülünü aldı. Özetle, filme bir şans verin, dikkatle izlerseniz daha çok keyif alabilirsiniz. Belki, ben de bir daha izlerim, kim bilir ?

 Meşhur film The Revenant'a geldi sıra. Hakkında o kadar çok şey yazıldı çizildi ki, daha izlemeden izlemiş kadar olduk. Gerek Leonardo'nun ayı sahneleri gerekse yıllardır Oscar'dan eli boş dönmesi olsun herkes bir şeyler söyledi. İşte ben de, 'bu kadar şişirilen film kesin fos çıkar' diyerek açtım, izledim. Ama itiraf ediyorum, öyle çıkmadı. Dedikleri gibi Leonardo DiCaprio, bu sene alnının teriyle alacak Oscar'ı. Ben olsam ödül konuşmamda 'bu heykelcik için bu kadar sürünmem gerektiğini bilmiyordum' falan derim herhalde. Yönetmen ve görüntü yönetmeni de olağanüstü bir iş çıkarmış. Ödülü en çok onlar hak ediyor bence. En iyi film olur mu, sorusuna cevabım da BAFTA'dan da tahmin edebileceğimiz gibi 'olur herhalde' diyebilirim. Ancak, benim gönlümün en iyisi maalesef 'the revenant' değil. Ama kesinlikle çok iyi bir yapım. İzleyin, izlettirin.

 Son iki film !! Araya bir de Carol 'ı sıkıştırmayı düşünüyorum, zira herkes Cate Blanchett'in oyunculuğundan bahsediyor. Haftanın ilk gününü güzel bir filmle sonlandırın, ruhunuza iyi gelir. Bu da günün tavsiyesi olsun. İyi Seyirler...