31 Aralık 2014 Çarşamba

Yılbaşı Temalı Post

Yeni yıla saatler kala yeni yıl temalı post atmanın zamanı geldi. İlk olarak söylemeliyim ki bugünün blog için bir anlamı daha var. O da dolu dolu bir seneyi tamamlamış olması. Evet, ani bir kararla, yılbaşında yine evde boş boş otururken açılan blog birinci yılını doldurdu. İlk yazımdaki vaatlerimin ne kadarı gerçek oldu bilemiyorum ama şunu söylemeliyim ki bana fazlasıyla iyi geldi. Kendime güzel bir yeni yıl hediyesi gibiydi, yıl boyunca bana hissettirdiği duygu bu yönde en azından. Umarım vakit ayırıp da okuyanlara güzel bir kaç dakika yaşatmışımdır. Ve tabi bu noktada benimle birlikte yazılarıma ortak olup, tanıyanlardan da yorum yapan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız. 

Yeni yıl temasına dönersek yeniden. Bu yılbaşı da her seferinde olduğu gibi evdeyim ve hastayım. Üstelik bu sefer ders çalışma da üstüne eklendi. Finaller yakın, çalışmak tek çare. O yüzden çalışma masamda önümde kanunum, yanında açık olan ders kitabı ve not çıkarmak için kağıt ve kalemlerimle ve tabi ki bir hukuk öğrencisinin olmazsa olmazı fosforlu kalemlerimle yeni yıla girerim diye tahmin ediyorum. Umarım bu çalışmalar karşılığını verir de üzülmem sonrasında. Düşünsene millet dışarda mekanlarda çılgınca eğlenirken evde ders çalışıyorsun ve bir gram karşılığını alamıyorsun, ÇILDIRIRSIN ! İşte bu yüzden buradan da hocalarıma seslenmek istiyorum ; sayın hocalarım şu yılbaşında eğlenceye gitmeyip evde ders çalışan öğrencinize fazladan bir 5-10 puan, gönlünüzden ne koparsa verin be, yazıktır ! 

Klişelere de değinmeden olmaz tabi. Yeni yıl dileklerimi sıralayayım. Yeni yılda başta sağlık -annemin ameliyatından sonra en önemli şeyin bu olduğunu anladım, atalarımız haklıymış- sonra bütsüz geçireceğimiz bir yarıyıl, arkadaşlarla geçirilecek bol kahkahalı günler, izlenemeyen bölümleri bitirecek hatta üstüne yeni bölümler izlemelik boş vakit ve son olarak olmaz muhtemelen ama daha sakin, insan hayatının daha değerli olduğu bir ülke diliyorum. 

Hepinize iyi seneler 🎊🎉 

23 Aralık 2014 Salı

The Newsroom

Önceki yazım yabancı dizilerle ilgiliydi. Onların hayatımıza girişinden, yeni bölümlerini nasıl heyecanla beklediğimizden bahsetmiştim. Şimdi de 3 sezonda 25 bölüm evet yanlış duymadınız sadece 25 bölüm vermiş bir dizinin bitişinde hissettiklerimi anlatmak istiyorum sizlere. Dizinin ilk fragmanını izlediğimde nasıl merak ettiğimi, 3 sezon boyunca nasıl merakla yeni bölümleri beklediğimi ve final bölümünde ne hissettiğimi paylaşacağım sizlerle. Öncelikle bahsettiğim dizi The Newsroom. Arkadaşlarımla konuşmalarımdan çıkardığım bu diziyi izleyen sayısı fazla değil ama tabi bu izlenim benim çevremle sınırlı olduğu için kesin bir şey söylemek zor. 

Dizinin hikayesini kısaca anlatacak olursak bir anchormanimiz var haberleri sunan Will McAvoy karakteri (Jeff Daniels) son zamanlarda haberlerde haber vermekten çok talk show tadında bir sunum yapmakta. Aslında kendisi hukuk fakültesinden mezun ve oldukça ciddi biri. İzleyici kitlesiyle ve izlenme oranlarıyla mutlu olan, bunu önemseyen biri olarak çıkıyor karışımıza. Haberlerden ve Will'i uzun zamandır tanıyan biri olarak onun bu halinden memnun olmayan kanalın haber müdürü Charlie (Sam Waterson) duruma el atar ve Will'i evlenmek üzereyken aldatan Mackenzie'yi işe alır Will'le birlikte çalısması için. İşte bu andan itibaren ACN kanalı gerçekten haber yapmaya başlamıştır. Tabi bu arada diğer karakterler de diziye bağlıyor insanı.

Dizi Jeff Daniels'a Drama Dizilerinde En İyi Erkek Oyuncu dalında Emmy ödülü getirdi. Diziyi izlediyseniz ya da izlerseniz bu oyunculuğun ödülsüz kalmaması gerektiğini düşüneceksiniz siz de. Başlarda yaşadıklarından etkilenerek etrafına kalın bir duvar örmüş aslında içinde karşısındaki insanı umursayan ve düşünceli bir adamı başarıyla canlandırılması söz konusu. Ödül doğru yeri bulmuş diye düşünüyorum. Will'in eski sevgilisini oynayan Emily Mortimer da ilk olarak aksanıyla göze çarpıyor. Senaristler bunu farketmiş olacaklar ki dizide Mackenzie karakteriyle tanışanlar ilk başta aksanının gerçek olup olmadığını soruyorlar. 

Dizi hakkında başlangıcından itibaren düşüncelerime gelirsek kısaca şöyle anlatayım. ilk fragmanını izlediğimde çok etkilenmiştim. Fragmanda bir panelde bir üniversite öğrencisi 'Amerika neden dünyanın en iyi ülkesi ?' diye soruyordu. Dizi boyunca o akıcı, anlaşılır, aynı tondaki ve hızdaki konuşmasıyla Amerika'nın dünyanın en iyi ülkesi olmadığını istatistiki verilerle açıklıyordu Will McAvoy. Klasik Amerikan dizi ve filmlerinden farklı bir bakış açısı olarak düşünmüştüm bunu. Sonrasında da hep o merak ettiğim kamera arkası, haberlerin nasıl hazırlandığı vs. gibi sahnelerle diziye olan ilgi artıyor. En güzel tarafı ise dizinin düşmeyen temposu. Işte bu sebepler diziyi izlemek için yeter de artar bile.

Dizinin finalinde hissettiklerimi anlatmak istiyorum son olarak. Finalde dizi akılda kalan sorulara cevap niteliğinde kesinlikle. Sadece Maggie ve Jim karakterlerinin ilişkisi hakkında bir netlik yoktu ona da bir cevap alabilseydik daha güzel olurdu. Onun dışında son sahnede sonradan albümü olduğunu öğrendiğim Jeff Daniels ve diğerleri şarkı söyleyerek bitiriyorlar. 

Kesinlikle izlenmesi gereken bir dizi diye düşünüyorum. Ona sıra gelene kadar çooook dizim var diyenler için de yine de zaman ayırıp izleyin derim. 

İyi seyirler...

27 Kasım 2014 Perşembe

Yabancı Dizi Çılgınlığı

İnternete bağlı, kitaplarla azıcık mesafeli bir gençlik var. Ben de onlardan biriyim ve inanın hiç de şikayetçi değilim halimden. Ne ülkemin her saniye değişebilen gündeminden uzak kalıyorum ne de popüler kültür öğelerinden. Twitter sağolsun yetişebiliyoruz hepsine. Bu arada dünya gündemine de bakmak, takip etmek gerekiyor. Tabi yerel haberlere kadar inmekten bahsetmiyorum, tüm dünyayı ilgilendiren haberleri az da olsa bilmek lazım, dünyadan bihaber olmamak adına. Haberler dışında diğer ülkelerin özellikle de her an yanıbaşımızdaymışçasına davranan Amerikan hayatının nasıl olduğunu, oradaki insanların akşam eve gittiklerinde haberlerden sonra aynı bizim yaptığımız gibi dizi izleyip izlemedikleri de yardımcı olabilir bu konuda. Biliyorsunuz ki özellikle Amerika'da diziler sektör haline geldi ve müthiş bir şekilde algı oluşturuyor izleyenlerde. Internet sayesinde farklı ülkelerde de izlenme oranları oldukça yüksek. Türk televizyonlarına çıkıp 'bizi 70  milyon izliyor' diyenlere karşılık malum dizilerin oyuncuları da 'bizi 4-5 milyar insan izliyor' dese yanlış olmaz hatta az bile söylemiş olabilirler bence. 

O kadar fazla çeşit ve o kadar fazla sayıda dizi var ki hangisini izleyeceğimize karar vermek bir noktada zorlaşabiliyor. Hem herkesin izlediği dizileri izlemek istiyorsunuz hem de şöyle diğerlerinden farklı kendi zevkinize göre bir şeyler bulmak. Tabi bu noktada o dizilerin konularını ve oyuncularını bilmek hatta en azından bir bölümünü izlemek gerekiyor. Neyse ki bu konuda şanslıyız çünkü diziler Türk dizileri kadar uzun sürmüyor. Belki de bu yüzden olay örgüsü saçmalık boyutlarına ulaşmadan bir diğer sezonu bekleme safhasına geçiş yapabiliyorsunuz. 

Bir diziye karar verip izlemeye başlıyorsunuz arada çakışanlar olabiliyor ama sıkıntı değil zaten iki bölüm arka arkaya izleseniz bir Türk dizisinden kısa oluyor yine. Çoğu dizi için bu böyle 40-50 dakika arası değişmekte. Yabancı dizi izlemenin tek kötü yanı sezonda çok az bölüm veriyor olması. Hadi bazıları için çok az olmasın da az yine. Dizinin bir sonraki sezonu başlasın diye beklemeler başlıyor. Hele bazen öyle bi yerde bitiyor ki kafadaki soru işaretleri bitmiyor. Oyuncuların sosyal hesaplarını ve bazı uygulamaları takip edip yeni sezon tarihini öğrenmeye çalışıyorsunuz. Aylaaar sonra mutlu sona ulaşıyorsunuz, dizinin yeni sezonu başlıyor. Keyifli günler kapıda !!

Suits : 29 Ocak 4.sezon devamı
Sherlock Yılbaşı özel bölümüyle aramızda 
Game of thrones için 5 Nisan denildi 
House of cards : 14 Şubat 

bi saatinizi ayırın ve bir bölüm patlatın tam zamanı 

22 Kasım 2014 Cumartesi

Vize haftası mini-post

Bir vize haftasına daha başlıyoruz. Neyse ki geçen hafta yolu yarıladım ve bu hafta bitiriyoruz. Gariptir her vize haftası bittiğinde mutluluğun ve rahatlık hislerinin yanı sıra biraz üzülüyorum da. Tam üzülmek değil de insan içi hafif bir burulur ya öyle işte. Bu his zamanı kontrol edemiyorum hissinden kaynaklanıyor aslında yoksa vizeleri bitti diye kim böyle garip duygular içinde olur ki ? 

Son zamanlarda vizelere girerken bir heyecan duymaya başladım. Bildiklerimi yazamayacakmışım gibi geliyor bazen. Ve yine gariptir ki o anlarda olabilecek ilk davamı düşünüyorum. Aklımdan geçen soru şu 'bir vizede bile böyle gereksiz bir heyecan yapıyorsam ilk davamda ambulans dursun adliyenin önünde'. Duyduğun heyecanın saçmalığını bilmek de bir o kadar garip ve saçma. Ama yine de oluyor iste engel olamıyorum. Aslında yazacak bi şeylerin hafızanda yerinin olması bir yandan güzel. Ya hiç bir şey bilmeden girsen sınava ? Kağıt sana, sen kağıda bakar durursun artık. 

Hazır yazı yazıyorken uzun aradan sonra konuyla ilgili bir rahatsızlığımı dile getirmek istiyorum. Sınavda 'ne kadar kaldı' diye sormak nedir ? Hayır yani ilkokulda mıyız arkadaşım ? Ne diye soruyorsun ? Hayır bi de şu var hocanın verdiği cevabı duymayan ya da yanlış anladığını sanıp emin olmak da adına tekrar soran arkadaşlar var onları ayrı bir saçma buluyorum. Hoca söyledi işte ne kadarını duyduysan artık. Zaman bu kadar önemliyse alırsın bir saat, takarsın koluna öyle girersin sınavına. Dikkat dağıtmaktan öteye gitmeyen bir hareket kesinlikle. Hem sorana zararı var, hem de etraftakilere. Bu yazıyı okuyacak bir kişi varsa bile şu saçma hareketi yapmasın hatta yapanları uyarsın. Artık ilkokul psikolojisinden kurtaralım şu arkadaşları. 

10 Ekim 2014 Cuma

Şikayetim Var

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu yazıda size dert yanacağım. Aslında bu bir kısmınızın müzdarip olduğu bir konu sanıyorum. Evet lafı fazla uzatmadan derdimi söylüyorum : bilgi yarışmaları !! Bilgi yarışmaları hakkında ne gibi bir sorunun olabilir ki diye sorabilirsiniz ki haklısınız da. Zaten benim sorunum yarışmanın kendisi ile değil saatiyle. Ülkemiz televizyonlarında gösterilen bilg yarışmaları genelde geç saatlere konuluyor. Ertesi gün işi okulu olan insanın izlemesi neredeyse imkansıza yakın. Şayet o yarışmalardan birini izlemek istiyorsanız uykunuzdan biraz feragat etmeniz gerekiyor. Belki ben biraz erken uyuyorumdur ama ertesi sabah 9'daki derse gidip de not tutabilmek için bu şart. Konuya dönersek, bilgi yarışmalarını geç saatte olmaları yüzünden izleyemiyorum. Bu zevkten mahrum kalıyorum.

Peki neden yeni bilgiler öğrenmemizi sağlayacak ve var olan bilgilerimizi de sınamamıza imkan veren yarışmalar bu kadar geç saate koyuluyor ? İzlendiğinde insana hiçbir şey katmayan dizilerle dolduracağınıza kafamızı biraz da bilgiyle doldursanız daha iyi olmaz mı ? Kimse dizi izlemesin demiyorum kaldı ki ben de izliyorum ama en azından özet süreleri kısaltılabilir böylece zaten süresi 2 saati bile bulmayan yarışmalara vakit ayrılabilir. Bu arada bilgi yarışmalarının sürelerinin kısa olmasından da şikayetçiyim onu da belirteyim. Belki konsept gereği böyle ama ülkemizde ulusal kanallarda yani o kadar az yarışma var ki bu açlığı gidermede mevcut yarışmalar kısacık süreleriyle yetersiz kalıyorlar. 

Buradan sesimi yetkili merciilere duyurmam imkansız ama belki benimle derdimi paylaşırsınız. Beynimizde izlediğimiz dizilerin yarısı hatta çeyreği kadar bilgi yarışmalarından öğrendiğimiz yeni bilgiler de olsa fena mı olur ? Azıcık beyin jimnastiği yapsak mesela ? Zaten gün içerisinde yeterince kendi hayatlarımızla uğraşırken ekrandaki karakterlerin hayatına el atmayı bırakıp bilgilerimizi sınasak ? Sadece bir fikir bi düşünün derim.  

5 Ekim 2014 Pazar

Bayram Günlerim

Bugün bayramın ikinci günü. Evde pijamalarımla oturmuş aylak aylak takılıyorum. Böyle başlayınca biraz acıklı oldu. Sanki ailem beni bırakıp gitmiş gibi. Oysa öyle değil. Evet gittiler ama yalnız kalmak benim fikrimdi. Ilk başta 'olmaz' dediler ama kararlı olduğumu görünce 'olur' demek zorunda kaldılar. Annem giderken yalnız kalacağıma inanmayarak gitti ki zaten yalnız kalmıyorum diğer aile üyeleri iki adım ötemde sayılır. Ona göre hayatımda biri var ve ben sırf onunla rahat rahat gezip tozabilmek için İstanbul'da kalmayı tercih ediyorum. Halbuki yok öyle bir şey. Hayatımda yıllar sonra biri olmuş saklar mıyım hiç her halimden belli olur o :) Yazlıkta arkadaşlarım olsa ben yine giderdim ve tabi hava az daha sıcak olabilseydi. Güneye insek bir otelde tatil planı yapmış olsak koşa koşa gider en önce ben hazırlardım bavulumu. Ama artık arkadaşlarımın olmadığı, denize giremeyeceğim bir havaya sahip olan Altınoluk ilgimi çekmiyor. Hatta eskiden üç ay kalıp dönüş yolunda ağlayan ben şimdi üç parçaya bölünmüş bir aya mutlu oluyor. Nedeni orada yapılabilecek her şeyi bir aya sığdırabiliyor olmam. Denize girmek, arkadaşlarla gece dışarı çıkmalar, içip gece denize girmeler,güneşlenmek, dinlenme, bir köşeye çekilip kitap okuma ve tabi yeni yerler koylar keşfetme. Bunların hepsini yaptıktan sonra ha üç ay kalmışım ha bir ay. Aksine bir ay dolu dolu geçtiğinden üç aya bedel oluyor. 

Bu yaz geçirdiğim bir ay da bana yetti işte. Altınoluk'un mu eski tadı kalmadı yoksa ben mi değiştim bilemiyorum. Az tatiller yeter hale geldi, İstanbul'da kalmak daha keyifli sanki. İleride derim belki 'keşke daha fazla tatil yapsaydım hazır zamanım varken'. Onun için de savunmam şimdiden hazır 'kendimi dinledim, kendimle başbaşa kalmak iyi geldi.' Zaten Yunus Emre de demiş 'bir ben vardır bende benden içeri'. İşte o ben'e ulaşmak lazım, en azından ara ara dokunmak ona.

28 Eylül 2014 Pazar

Susuz Eylül

Her yaz haberlerde görüyoruz ; barajlarda su kalmadı, İstanbul'un 60 günlük suyu kaldı, barajlar göller kurudu vs. Bu sene de bu haberleri sıkça gördük ekranlarda. Bu sefer farklıydı. Farkı bazı yerlerde halka temiz su verilmemesi hatta suların kesilmesi haberleri de eklendi. 

Malum istanbulda yağmur çiselese haber olur ama doğuda kar yağsa o kadar da haber değeri taşımaz. Suya,susuzluğa ilişkin aksaklıklar istanbul ve çevresinde yaşanmaya başlanınca daha büyük olay oldu. 20 Milyona yakın şehirde, başkentten bile daha önemli olan şehirde nasıl olur da böyle aksaklıklar olur diye. Altyapı yüzünde olur tabi bu zamana kadar da hep oldu ara ara ama bu seferki uzun sürdü. Tam tamına 4 gün !!! 4 Gün boyunca İstanbul'un merkezi ilçelerinden birinde, Kadıköy'de , sular kesildi. Deposu olmayan evlerde, ki Moda'daki eski evlerin çoğunda depo yoktur, insanlar susuz kaldı. Insanın en temel ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli olan su kesildi. Gerekçe olarak büyükşehirin yapmış olduğu çalışma gösterildi. Boru eklenmesi gerekiyormuş, arıza varmış. Bu iktidarlar tarafından her zaman yapılan halkın korkmaması için, paniklememesi adına 'kısa süreli bi sorun,geçecek' mesajlı bi çalışma idi.

Sonuç, arıza (?) giderilmiş, sular verilmeye başlanıyormuş yeniden. Peki barajlardaki doluluk oranını ele aldığımızda 'kısa süreli' denilen sorun gercekten geçici midir ?  Devlet büyüklerinin bu konu hakkında işlevsel, kalıcı ve en önemlisi gerçekçi bi çözümleri var mıdır ? Tekrar susuz kalacak mıyız ? Yoksa yine insanlar belediyenin belirlediği noktalarda su bekleyişinde mi olacak ?

En önemlisi bu sorular ne zaman cevap bulacak ? 

12 Eylül 2014 Cuma

Dedikodu Ata Sporumuz

Çinliler tarihte yaşadıklarından sonra karar vermişler ve demişler ki :
İki Yahudi bir araya gelse şirket, iki Türk bir araya gelse Devlet kurar.
Iyi demişler, hoş demişler ama biraz yanılmışlar sanki. Neden diyecek olursanız cevabım basit, çünkü iki Türk bir araya gelse üçüncünün dedikodusunu yaparlar ilk önce. Devlet kurmakmış, dünya hakimiyeti falan yalan. Dedikodu kanımızda var. Birini eleştirmek sonra o eleştiriyi başkasıyla o diğerini karşılıklı olarak yerin dibine vurarak eleştirmeye devam etmek içimizden geliyor. Başkasının arkasından konuşmak adeta adrenalin salgılatıyor ve bu heyecandan zevk alıyoruz sanırım. Tabi burada ara bozma ya da başka bir kötü amaç güden dedikodudan bahsetmiyorum. Masum dedikodular. O şunu yapmış, bu bunu giymiş ama hiç yakışmamış, şu bizim yanımıza geliyor ama gelmese daha iyi sevmiyorum hiç deyip o kişinin yüzüne güldüğümüz dedikodular. Arkasından gömüyoruz o kişiyi, son dakika haberlerini anlatıyoruz ve rahatlıyoruz. Bi de şu var dedikodu yapıldı, söylenecek her türlü şey söylendi artık 'bu aramızda kalsın, kulağına gitmesin'. Tabi artık her görüşmenizde dedikodunun dibine vurduğunuz biriyse son söylediğimi söylemezsiniz. Zaten iki taraf da biliyordur aranızda konuşulanların bahsi geçenin kulağına gitmeyeceğini. O yüzden her zaman aynı kişilerle dedikodu yapmakta fayda vardır zira yeni birinin nasıl bir tepki vereceğini bilemeyebilirsiniz.

En çok takıldığım genelgeçer algılardan biri de sadece kadının dedikodu yaptığı. Erkekler de dedikodu yapıyor hem de fenasını daha ağır olanını. Nasıl olsa erkek erkeğiz yabancı yok diyerek nasıl yerden yere vuruyorlar bilemezsiniz. Bunu sosyal ortamlarda yazılı halde görebilmeniz mümkün ya da birebir yaşayabilirsiniz de. Aslında bu gayet normal bir durum. Anormal olan erkeğe bu yaftanın yapıştırılmış olması. Erkekler ağlamaz gibi bi şey bu. Neden ağlamasın canım göz pınarları yok mu onun ? Ya da taş bir kalbi mi var ? O da ağlar yani. Iste onın gibi erkek de etrafına dikkat eder. Kadın gibi detaylı değil belki ama bazı bariz şeyler vardır ki gözünden kaçmaz onun da. Ya da yanındaki kadın bi şekilde farkında olmasını sağlar ve görür olanı. Haliyle gelsin arkadan konuşmalar hatta üstüne ağır yorumlar.

Yorum kısmı var son olarak. İşte bu en uzun süren kısmı aslında dedikodunun. Yani bildiğimiz arkadan konuşmanın en uzun, en hararetli kısmı. Artık olan neyse belki biraz kendinden de katarak anlattın ve sana göre yanlış olan kısmından bahsetmeye başlıyorsun. Başta taraftarlarını görmek adına yavaş yavaş anlatıyorsun. Baktın dedikodunu paylaştığın kişi sana destek çıkıyor işte tam da burada yardırıyorsun. Ses tonunda bi yükselme, konuşma hızında bir artış. O an Usain Bolt'un 100m koşmasıyla senin konuşma hızın eşit o derece. Karşındaki evet,haklısın der kafa sallarsa kafandakileri bitirene kadar durdurabilene aşkolsun. 

Sonuç, dedikodunu yaptın adrenalin mi salgılıyorsun artık ne yapıyorsan yaptın ruhen rahatsın. Sohbetine muhabbetine devam et haydi !!

Not : Dedikodu bittiği an, muhabbet bi süreliğine durur. Herkes acaba zulamda dedikodu kaldı mı hazır ortamı varken anlatayım diye düşünür. Eğer zulalar boşaldıysa yeni konu bulma arayışına geçiniz vakti gelmiş 😄😄

12 Ağustos 2014 Salı

Yaşlanmak Üzerine

Ister yaşlanmak deyin ister yaş almak ömür geçip gidiyor arkadaşlar.Moral bozmak gibi olmasın ama elbet bir gün son bulacak hayatımız.Tabi sonu düşünüp karalara bağlayalım demiyorum zaten ne demişler sonunu düşünen kahraman olamaz.O yüzden bedenimiz yok olsa bile adımız kalabilir hayatta buna yönelmeli insan.Moralleri biraz olsun toparladıysak yazıya geçiyorum.:))

Pazar günü seçim oldu malum , sizleri bilmem ama istediğim bir sonuç değildi.9 Saat yol gelmişim , yorgunluk var , seçim sonucu da sevindirmeyince dedim doktor derdime bir çare.Müzik kanalları arasında dolaşıyorum , TRT Müzik diye bir kanal var malumunuz.Denk geldim kanalı değiştirmeye hazırlanıyordum , bir baktım bu melodi bu şarkı tanıdık.Biliyorum ben bunu !! Sözleri ezberimde ve şarkıya eşlik etmeye başladım engel olamadım kendime ! Programı duydunuz mu bilmiyorum ama adı 'Hey Gidi Günler' . Sözleri biliyorum dediğim şarkının yılı 1993 yılı çıktı.Şimdi ben 95 doğumluyu ama önceden söylemişimdir televizyonda Kral Tv'yi ninni niyetine dinleyip uyuyan bir bebekmişim.Sanırım bilinçaltımda kaldı bi de sonradan da bir iki dinlediysem farkında olmadan ezberlemişim. Programda yıldan şarkılar çalıyor , karışık gidiyor bi de.Tabi 80'lerin başlarına gelince bir tıkandım ben hele 70'lere gelince bilindik şarkılardan da değildi tabi durdum iyice. Ama eskiyi seviyorum galiba ben ya bilmediğim şarkılar da olsa , arkadaki dansçıların dansları beş yaşındaki çocukların dansı gibi de olsa bir 'Hey gidi günler , güzel zamanlarmış ! ' dedim ve sonuna kadar izledim.

Aranızda bu iki paragraf yazdı da ne anlatmaya çalıştı bu yine diyenler olabilir biraz daha açık yazayım. Daha 19 yaşındayım ama önemli olan insanın ruh yaşı. Beden yaşınız 50 olur 18'imde hissediyorum kendimi dersiniz ve tabi durum bendeki gibi ters de olabilir.Topluluk arasında yaşınızın gereğini yapmanız gerekse bile ruhu ihmal etmeyin.Ruhun da doymaya ihtiyacı var.Kendinize zaman ayırın bu doyumu sağlamak için , tabi en iyisi ruhunuza hitap edecek birilerini de bulmak.

Haydi ruhumuzu doyurmaya !!

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Bir Gün

Bugünkü yazımda tam anlamıyla bok gibi geçen bir günümü anlatacağım size.Yazının ortasında sıktı bu yazısı deyip bırakmanız olası ama sonuna kadar okumanızı umuyorum.Şayet sizin de böyle geçen bir gününüz olduysa neler çektiğimi anlarsınız.

Sabah yürüyüşe çıkarım diye telefonun alarmını kurmuştum,gece ara ara uyanmama rağmen sabah kalkana kadar yürüyüşe çıkacağıma dair inancım tamdı.Saat geldi , alarm çaldı , duydum ama yok yani kalkasım gelmedi.Uyuyabildim mi peki ? Maalesef hayır.Mecbur çıktım yataktan , tavana bak bak sağa sola dön nereye kadar yani.Kahvaltıya geldi sıra.Dünden kalan puding vardı onu yedim.Adeta bekar hayatı yaşıyorum.Evde tek olmak güzel de -gündüzler için diyorum tabi- bi yerden sonra sıkıyor insanı.Çıt çıkmıyor evde.Şimdi içinizden diyorsunuzdur kitap oku,film izle dizi vs.Bunlar benim de aklıma geldi ama internette mi ipadde mi artık bi sorun var dizi izleyemiyorum birkaç gündür.O sorunla ilgili yapabildiğim , aklıma gelen her şeyi yaptım ama yok yani sorun düzelmiyor.Internette her şeyi yapabiliyorum,Youtube'da videolar izleyebiliyorum ama bana gıcıklık olsun diye sanırım diziler yüklenmiyor.Çıldırmamak elde değil.İnternet olmadan önce , yabancı dizilerden önce ne yapıyorduk bilmiyorum gerçekten.Uğraşıp uğraşıp yapmayınca sinir krizi geçirmeme az kala bıraktım ben de.Ruh sağlığım daha önemli dedim.Kendine gel merve , sen daha kendine lazımsın.

Kitap okumaya gelmişti sıra.Peki onu yapabildim mi ? Ona da cevabım hayır maalesef.Normalde kitap okumayı çok severim.hatta bu aralar okumak için güzel bir kitap da var elimde.Ama insanın keyfi olmayınca kitap okuyası gelmiyormuş.En azından polisiye romana odaklanması imkansıza yakın oluyormuş.Evdeki filmlerin de hepsini izlemiş biri olarak son çare televizyona başvurdum.İftara ne pişirelim konulu programlarla dolu tüm kanallar ya da yeni bölümlerinin yayınlandığı zaman bile iyi reyting alamamış dizilerin tekrarları.Müzik ruhun gıdası deyip müzik kanallarına bakınca da durum pek farklı değil maalesef.En fazla bir saat tahammül edebiliyorsunuz o kanallara da.Çünkü bir süre sonra aynı şarkılara dönüyorlar.Zaten her kanalda aynı şarkılar.Bir şarkıdan sıkılıp diğer kanala geçseniz diğer kanalda da aynı şarkının olma olasılığı çok yüksek.
En son kanallar arasında gezinirken how i met your mother'ın tekrarına denk geldim.Saatlerin can sıkıntısını 20 dakikada sildi götürdü.

O kadar yazdın ettin bir amacı var mıydı diye sorsanız yalnız geçirdiğim bir günü sizlerle paylaşmış oldum ve yalnızlığımı bir nebze azalttım diyelim.Bu da böyle bir anımdı der geçerim !!

11 Temmuz 2014 Cuma

Akılda Kalanlar

Yaz geliyor,geldi derken yarısını tükettik bile.Tabi yarısı bitti diye üzülmek yok geriye kalanı nasıl daha eğlenceli ve dolu dolu geçirebilirim diye düşünmek var.Nasıl eğleneceğinizi,vaktinizi nasıl geçireceğinizi ben söyleyemem o yüzden eğlencenin temel taşlarından ve ruhun gıdası olan müzikten bahsetmek istiyorum bu yazımda.o zaman let the game
 begin !!
Kışın en metalci geçineni,caz festivali olsa da gitsek diye dört gözle bekleyeni hatta 'ben hiç Türkçe dinlemiyorum yiaaaa' diye ağzını yaya yaya konuşanlar bile yaz olunca ister bir otele veya tatil köyüne gitsin ister yazlık evine isterse de şehirde kalsın Türkçe pop dinlemek zorunda kalıyor.Zamanla bir bakıyor ki yazın tüm hit şarkılarını ezbere söylüyor.Yabancı yok aramızda rahat rahat itiraf edebilirsiniz 😄 

Bebeklikten itibaren televizyon karşısında kral tv izleye izleye uyuyan biri olarak 'türkce pop'u hiç sevmem,hiç tarzım değil' triplerine girme şansım yok kaldı ki öyle bir şansım olsa bile ailecek severek dinliyoruz yalan yok.Telefonumda doğru düzgün türkce şarkı olmayabilir ama repertuarım fena değildir hani.Can sıkıntısı geldiğinde arka arkaya şarkıları dizer kopmaya hazır hale gelirim.Ve tabi bunun için üç dört şarkı yeterli olur.

Yukarıda söyledim ninniyle değil kral tv ile uyuyan bir bebektim diye.O zamandan bu zamana -aradan 19 sene geçmiş- şarkı dinliyorum duyuyorum bi yerlerden şimdi düşündüğümde aklımda hep eskinin şarkıları.Tabi şöyle bi soru gelebilir ,daha yaşın kaç ne eskisi diye yaşıma göre düşünün işte,10-15 sene diyelim somutlaşsın biraz.Ne diyordum işte hep eski şarkılar.Çocuklığımda ezberlediğim ne kadar şarkı varsa unutmamışım hafızamda yer etmiş hepsi.En dandik Serdar Ortaç şarkıları bile.Gerçi bilenler bilir Serdar Ortaç'ın bazı şarkıları vardır ki severek dinlerim sizlerin de aklında yer ettiğini düşündüğüm şarkılar bunlar.Mesela efendim bir Karabiberim bi Yaz Yağmuru ya da Ben Adam Olmam gibi gibi.Sonra Tarkan'ın daha tavşan dişlerinin arasında nerdeyse bir diş daha girecek kadar boşluk olduğu zamanlar.Kıl Oldum Abi vardı mesela gerçi ben doğmadan önce çıkmış klibi ama diyorum ya kral tv nostalji bölümü sayesinde hafızada yer etmiş bu da.
Şimdi aklıma geldi Ferda Anıl Yarkın diye bir adam vardı.Sonuna kadar diye de bir şarkısı.Şarkı fena değildi de klibi saçma gelmişti o zamanlar.Tepe gibi bir yer var çıkıyor çıkıyor tam ulaşacakken başa dönüyor tekrar.
Burak Kut var sonra.Şimdiki küçükler diziyi izliyorlarsa eğer oyuncu olarak bilecekler adamı.Oysa bebeto olarak Türk pop tarihine geçmiş bir şarkıcı kendisi.İşte onun da yine Yaşandı Bitti'si vardı.Bu da 1995 tarihli benle yaşıt yani yine nostalji bölümünden hatırlıyor olmalıyım.

Şimdi farkettim de sadece erkekler şarkıcılardan bahsetmişim.Kadın şarkıcılar da vardı tabi hala da varlar ama ilk aklıma gelenler bunlar oldu.Yazıyı daha fazla uzatmadan,az da olsa okuyucu kitlemi sıkmadan bitiriyorum yazımı.Başka bir zaman uzun uzun hafızamda yer edinen kadın şarkıcılardan bahsederiz.

Yazın yeni hitlerini dinlerken eskilere olan vefa borcunuzu da unutmamanız ve ara ara onları da dinlemeniz dileğiyle..

Iyi tatiller !! 

20 Haziran 2014 Cuma

Ey Uyku Nerdesin ?!

Yazın tatil olmasıyla birlikte çoğu insanın yaşadığı bir sorun : uykusuzluk.Evet kışın erkenden yatayım yarın erken kalkacağım mantığında olan bizler,yazın bi türlü uyuyamıyoruz nedense.Yazın geç kalkıyor ondan,bunda düşünecek ne var diyeceksiniz belki ama durun size açıklayayım.

Kıştaki işin,okulun rutiniyle yazın tatil modundaki rutin aynı değil.Kışın sabahın tam anlamıyla köründe kalkan bizler,tüm gün işte / okulda yorularak kendimizi eve zor atıyoruz.Hele çalışmanız gerekiyorsa hala o zaman durumumuz içler acısı.Tüm gün yorulduğumuz yetmezmiş gibi bir de evde devam ediyoruz.Öğrencilikte günlük çalışma ya da ödev makale yazımı gibi nedenlerden zorunluluk olabilir ama eve iş getirmek zorunda olanlara ciddi üzülüyorum ben.Evde bi tane var bu durumu yaşatan -kendisi annem olur- bi yandan haline acımakla bi yandan da işini bitirse de annemle iki laf edelim diye beklemekle geçti çocukluğum.Bu arada sosyal mesajı da verelim mesleğiniz ne olursa olsun eğer çocuğunuza ayıracağınız yani onunla dolu dolu vakit geçirmekten bahsediyorum -büyüdüğünde artık anlar duruma geldiğinde karşına alıp konuşmak değil - çocuk yapmayınız.İleride pişmanlık duyarsınız tecrübe konuşuyor.Neyse efendim asıl konuya dönmek gerekirse evet ne diyorduk eve kendimizi zor atıyorduk.Eve getirilen işle biraz daha yorulanlar son olarak artık adım atmaya hali kalmamış,sabah işine / okuluna giderkenki enerjisinden eser kalmamış halde yatağa gidiyor.Ve işte halk arasında yastığa beş kala denilen durum bu sıra yaşanıyor.Zaten bu da normal olan.Tüm gün yorulmuşum zaten uykum geldiğinde yatmayıp da ne yapıcam ?! Yarın zaten yine okul var ! 

Yazın durum değişiyor.Tatile girince diyebiliriz çalışanlar için.Tatilde haliyle normalde kalkılan saatten iki üç saat geç kalkılıyor,hatta bazılarımız abartıp akşamüstü uyanıyor.Adeta sene boyunca sabah erken kalkmaların acısını çıkartıyor.Tabi ben demiyorum yine sabah yedi sekiz deyince düşün sokaklara.Yatacaksınız en doğal hakkınız da akşamüstü kalkınca günün bir anlamı kalmıyor bana göre.Konuya dönüş yeniden , sabahları iki üç saat geç kalkınca gece yatma saatinin de aynı oranda kaymış olması gayet normal ancak kazın ayağı öyle değil maalesef.Vücudun alıştığı belli bi saat var biz geç kalkmakla günümüzü kaydırmakla gece uykumuzdan çalıyoruz.

Bende oluyor sizde de oluyordur muhtemelen uyku bir türlü gelmiyor.Vakit geçirmek için girdiğimiz twitterda uykuya ne güzellemeler ne methiyeler diziyoruz ama yok,fazlasıyla nazlı çıkıyor kendisi gelmek bilmiyor.Çare ne peki ? Çare bende hiç işe yaramasa da koyun saymak olabilir belki ya da kitap okumak.İkisi de uyku getirir derler bende uyku açıyor nedense.Hayır yani tam cinayeti çözecekken nasıl uyuyayım ki ben,yazara hakaret ?! Dinlendirici şarkılar dinlemek olabilir yine aynı şekilde.Bu saydıklarım hepsi bir çözüm ama gerçekte olanı söyleyeyim , elinizde telefon uyuyakalacağınız anı bekleyeceksiniz bi yerden sonra.İşte o kutsal an geldiğinde yani uyku nazlanmayı bırakıp geldiğinde uygun pozisyonu bulup -nasıl yattığınız önemli sonuçta uyku bu bir kez daha kaçırırsanız ikinci şansı vermez - yastığınıza gömülebilirsiniz.

Haydi iyi uykular !! 

A'lar mı çoğunlukta B'ler mi ?

Ilkokuldan beri hayatımızda test diye bir şey var.Önce üç sonra dört ve en son beş seçeneğin arasından doğru olanı bulma kaygısındayız.Yanlışların doğruyu götürme olayı var bir de.Yanlış yapmamaya çalışırken bi yandan da yanlış yapacaksak da az yanlış yapalım diyoruz.Ilkokul,lise,üniversite kısacası eğitim hayatı bitince testle olan ilişkimiz bitmiş olmuyor.Bu sefer de dergilerde vs. karşımıza çıkıyor bu testler.O kadar alışmışız ki kendimizi denemeye,test etmeye hayatımızda yer almasına izin veriyoruz bu testlerin.

Neden bu konuyu açtım diye soracaksınız ? Cevabı var elbet.Son zamanlarda onedio.com diye bir site var malumunuz.O sitenin test bölümü var ilk çözdüğüm hangisiydi hatırlamıyorum ama sonra bir baktım ki her gün siteye yeni konulan testleri çözmeye başlamışım ! onedio.com'da sadece testlere bakmıyorum tabi orada bir yanılma olmasın.

Testleri çözerken aklıma ilk ne gelirse onu seçiyorum ama bi yandan da çıkacak sonucun merakı içerisindeyim.Çıkan sonucu okurken kendimle ortak noktalar arıyorum ve cümleleri teker teker okurken ne kadar çok ortak nokta buluyorsam o kadar tatmin ediyor.Amaç da bu değil mi zaten ? testi çözerek kendince doğrulamak ve bir noktada yazılanlarla egonu tatmin etmek.Aslında hangi üniversiteye aitsin diye bir test vardı mesela.Testi çözdüğünde çıkan üniversiteler sınava hazırlanırken hayalimizde olan yerler.Test bittiğinde 'ya biliyordum aslında burada okumalıydım'  dememizi amaçlıyor e haliyle bu da mutlu ediyor bizi.

Özetlemek gerekirse,o testleri egomuz adına çözelim arada bu tarz şeylere ihtiyacımız var.Ama benim gibi abartmayın dozunda bırakmak lazım.

17 Haziran 2014 Salı

Selim İleri'nin İstanbul'u

Istanbul..insanı şair,yazar yapan şehir.İmparatorluklara başkentlik yapmış her yanı buram buram tarih kokan eşsiz şehir.Kıymetini bilemediğimiz hatta her gün biraz daha mahvetmek,kirletmek için çabaladığımız şehir.İstanbul'da yaşayan insanlar olarak bu şehri hakkediyor muyuz gerçekten ? Aramızda bu şehrin köklü ailelerinden olanlarınız da vardır belki ama çoğumuz son 50-60 senede başka yerlerden geldik.Her ne kadar bu şehirde doğmuş olsam da ailemin bı şehirde uzun bi geçmişi yok toplasan 45-50 sene.Kulağa fazla geliyor belki ama bi şehire ait olabilmek için kısa olduğunu düşünüyorum.Dolayısıyla şehre gözümüz gibi bakmamız gerekirken bu hale gelmiş olmasında hepimizin bi etkisi olmuştur istanbul bunu hakketmiyor olsa da.

İstanbul,hakkındaki düşüncelerimi en özet haliyle belirttikten sonra sözü Selim İleri'ye getirmek istiyorum.Daha doğrusu son kitabı olan 'İstanbul Mayıs'ta Bir Akşamdı' adlı kitaba.Öncelikle daha önce hiç Selim Ileri okumadığımı söyleyeyim.Evet,büyük ayıp ama denk gelmedi diyeyim affettireyim kendimi.Kitapçıda dolaşırken gözüme çarptı,twitterda da denk gelmiştim dedim bi bakayım nasıl bir kitap.Tavsiyem arada daha önce okumadığınız yazarlara da göz atın,değişiklik yapmak iyidir.Neyse devam edelim bi baktım denemeymiş.Başladım okumaya baktım,bırakamıyorum saatlerce kitapçıda kalabilsem oracıkta bitireceğim kitabı.Onun üzerine aldım tabi ve adım attım yazarın dünyasına.Ve izlenimler geliyor.

İlk olarak belirtmeliyim ki yazar adeta yaşayan tarih.Her denemede hatta her paragrafında nerdeyse hafızasında yer alan anıları paylaşmış okuyucularıyla.Moda'da,doğduğumdan beri yaşadığım semtte,oturuyorlarmış bi ara.Her gün önünden geçtiğim sokakların 40-50 seneki önceki halini anlatıyor.Öyle bir anlatıyor ki adeta bir hikaye bir masal.İnanmakta güçlük çekiyorsunuz.Tabi sadece Moda değil Beyoğlu,Cihangir sokakları da var kitapta.Bu güzel semtlerimizi anlatırken anılarıyla süslemiş.Okuduğu kitaplardan alıntılar da bulunmakta.Yazarın 'abi' dediği Atilla İlhan ve Kemal Tahir gibi usta yazarlarımızla ilgili anılar da mevcut.Keza diğer usta edebiyatçılarla yapılan sohbetler ve o sohbetlerde konuşulan konular.

Kitapla ilgili yazacak daha çok şey var.Ancak fazla uzatmayayım da siz en iyisi kendiniz bakın biraz da.Şu kadarını söyleyebilirim eğer sıradan denemelerden değil.Belki de yaşadığımız şehirle ilgili olduğundan ve edebiyatı sevdiğimden diğerlerinden ayrılıyor benim için.Seneler sonra yeniden okunabilecek ve sizi o edebiyatçıların dünyasına yolculuğa çıkaracak bir rehber.

Not : Selim İleri'ye ve onun hafızasına,kalemine hayran kalacaksınız.

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Kızılay dağıtmış gibi

Malum yaz geldi.Her ne kadar iki gündür bırakın yazı bahar havasını hissetmiyor olsak da Haziran ayına giriyoruz.Yazın geldiğinin habercisi olan Mayıs'ı geride bıraktık.Belki ilkokul ve liselerin tatil olmasına az kaldı,bazı üniversiteler final haftasını bitirdi diğerlerinin de bitmesine sayılı günler var.Çalışanlar için maalesef pek bi şey değişmiyor.İzin günlerinizi iyi ayarlayın zaten fazla zamanınız yok iyi kullanmak lazım.

Peki ya tatile gitmeyenler ya da gideceği zamanı dört gözle şehirde bekleyenler boş tatildeyken şehirde ne yapacak ? Soruya cevap basit aslında açık alanların tadını çıkaracak şehirde yapacak şey bol nasılsa o yüzden sıkıntı olmaz.kendi planımdan bahsetmek gerekirse emekli hayatı yaşamayı planlıyorum.Sabahları yürüyüşünü yapan ve balkona çıkıp -o da yaz olduğundan- kitabını okuyan emekli öğretmen.Neden öğretmen dediğimi ben de bilmiyorum ama kitap okuma olunca işin içinde daha çok yakıştı sanki.Her yaz okul tatil olur olmaz yazlığa gidip okul açılmadan bir gün öncesinde dönen biri olarak şehirde yaz geçirme fikri en azından 1 ay kalacak olma fikri hiç hoş değil ama bu sefer de böyle olsun deyip idare edeceğiz artık.

Neyse efendim gelelim asıl konumuza,şehirde yazı geçirmeye alışmış olan arkadaşlara.Anlıyorum sizleri şehirde yazı geçirmek zorunda kalınca yazlık kıyafetlerinizi şehrin güzel caddelerinde sokaklarında giyiyorsunuz.Ancak anlamadığım şey şu neden normalde sahilde giyilebilecek kıyafetleri hatta mağazalarda bile plaj elbisesi olarak satılan şeyleri sokakta giyiyorsunuz ? Yazın sıcakta pişin kalın giyin demiyorum tabi hatta özeleştiri yapayım belki yazın şehirde kalmadığımdan ben bilmiyorumdur bu adabı.Ama açık konuşmak gerekirse anlamsız geliyor.Sahilde,yazlık bir beldede giysen o kıyafeti kimse dönüp bakmayacak belki ama sen şehirde giyince kadın erkek farketmeksizin bakıyor be ablacım.Bu dikkat çekme çabası niye ? Hele bir de yaz modası diye bi şey çıkarıyorsunuz herkes Kızılay dağıtmış gibi aynı şeyi giyiyor.ve kime sorsan moda olmadan almış.Tamam evet bu modanın öncüsü sen oldun deyip altın madalya takacaklarmış gibi söylüyor bunu.Yapma ablacım sen de moda diye gördün aldın işte.

Sonuç olarak demek istediğim şu sırf farklı olmak,ilgi çekmek ve daha iyiyim demek için komik duruma düşüyoruz.Düşüyoruz diyorum çünkü özellikle kadınlar yapıyor bunu.Güzel giyinelim,insanlar arkamızdan 'ne güzeldi üstündeki' desin ama 'kaş yaparken göz çıkarmış,moda diye giymiş ama yakışmamış' demesinler.

Not : Ha bi de moda yaptığınızı arada tazeleyin 2-3 sene üst üste olmuyor ! 

15 Mayıs 2014 Perşembe

Soma...

Son 3 günde öyle acı bir olay yaşadık ki hepinizin bildiği insan söze nasıl başlayacağını ne yazacağını bilemiyor.Bu yazıyı yazarken amaç güncel bir konu yazayım da bol entryli bir yazı olsun değil tabi ki.Sadece ben de bir kaç cümle sarfetmek istedim hepsi bu.Haberleri izlerken boğazımda düğümlenen kelimelerin yazıya geçirilmesi işlemi de diyebiliriz.

Ilk olarak gezi sürecinde olduğu gibi soma'da maden ocağı patladığında sosyal medyadan duydum yine.Ve twitterda ne kadar duyarlı insanları takip ettiğimi farkettim bir kez daha.Kimse 140 karaktere sığamıyor ard arda tweetler atıyordu.Fotoğrafların ve sayıların gelmesiyle birlikte durumun vehameti biraz daha elle tutulur oldu ve işin ciddiyetini kavramaya başladım.Hükümetin yaptığı açıklamalar ve son olarak başbakanın verdiği örneklerle az da olsa içinde insanlık namına bir şeyler bulunan herkesin çıldırdırdığını tahmin ediyorum.bu kadarı da olmaz,bir insan daha ne kadar insafsız,insanlıktan çıkmış olabilir derken her seferinde bizi şaşırtan bir topluluk var karşımızda.Sen her şeyden önce bir baba olarak çoğu oğlun yaşında hatta daha küçük insanların ölümüne nasıl bu kadar duyarsız kalabilirsin ? Senin oğlunun adı alt tarafı bir soruşturmada geçti diye olay çıkarırken şimdi mi sessiz kalıyorsun ? Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mı ? Başbakan olmasını geçtim bir baba hatta bir insan olarak insanlığını kaybetmeyi nasıl başardın ? 

Seçim boyunca bir Rabia'dır tutturdu,kendi vatandaşına acımayan insanın sırf din kardeşi olarak gördüğü birini her konuşmasına konu etmesi ne kadar samimi ? Şimdi sormak istiyorum,dinle çok ilgili olmayan biri olmama rağmen zorunlu olarak okuttuğunuz 'hanefilik' dersinde -din kültürü ve ahlak bilgisi olsa diğer dinler de öğretilirdi ancak sadece hanefi mezhebinin öğretileri var- öğrendiğim kadarıyla tevekkül diye bir kavram var -özetle her türlü önlemi alıp sonra Allah'a bırakma hali - şimdi bu kavramın ışığında bir maden ocağı kazasında uzmanlar iş güvenliği olması gerektiği gibi sağlanamadı diyorsa 'kader' deyip geçmek dine uygun mudur ? Başbakanım ve onun sevgili bakanları fazlasıyla dindar olduklarından soruma cevap verebilirler sanıyorum.Belki de kendi vatandaşlarından korkan bir hükümet olarak bir markete saklanırsınız kim bilir ?

Soma'da ölen 282 can,eğer ölümden sonra hayat gerçekten varsa ve dedikleri gibi bizi yukarıdan görebiliyorsanız bu sözüm sizlere.Bizim sizin ölümünüze sebep olan yangının haberlerini izleyemeye bile yüreğimiz dayanmıyor.İçimiz acıyor.Her sabah televizyona bakarken ölenlerin sayısının artmış olma ihtimalini düşünerek korka korka açıyoruz televizyonu.Hayatlarımıza kaldığımız yerden devam ediyor gibi görünsek de 3 gündür aklımızdan hiç çıkmadınız ve çıkmayacaksınız !!

9 Mayıs 2014 Cuma

Sene Sonuna Gelirken

Yoğun geçen bir sınav senesinin ardından istediğim üniversite olmasa da yıllardır hayalini kurduğum bölümü kazandığım için mutluyum.Sonuçlar açıklandıktan sonra her yeni üniversiteli olan kişiler gibi ben de hayallere daldım.Ayağı yere sağlam basan hayaller de vardı olsa güzel olur deyip şu ana kadar gerçekleşmemiş hayallerim de.Neyse hayalleri bi yana bırakıp gerçeğe dönelim.

Üniversitedeki ilk senemin eleştirisini bi sonraki yazımda uzun uzun anlatmayı planlıyorum o yüzden çok detaya girmeyeceğim.Özetle hayallerin hedef,hedeflerin hayal olduğu bir seneydi.Zaman zaman önyargılarımın da yıkılmaya başladığını belirtmeliyim tabi.Farklı düşünceden insanlarla bir arada olmaktan tutun,yeni hocalar için profesyonel düşünüp giden hocayı sahiplendiğin gibi sahiplenmeye kadar daha önceden tahammül edemem dediğim şeyler oldu hayatımda.İnsanın kendini geliştirmesi bir noktada da bu demek sanırım.Tabuları yıkıp biraz daha esnek davranmak hayata karşı.Dört senenin sonunda daha neler olur bilemiyorum ama ilk senede bile çok şey öğrendiğim kesin gerek dersler gerek olgunlaşma açısından.

İşte şimdi başlarken uzun gelen ama nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamadığım bir senenin ardından finallere çalışma zamanı geldi.Bazı dersler için 'vize dahil değilmiş' diye sevinip bazı dersler için de 'vize dahil olmasa iyiydi' diye üzüldüğüm anlara geldi sıra.Vize notlarım iyiydi finallere daha iyi çalışayım derken notları ne ara çıkaracağım derdine düşmenin zamanı şimdi.

Böyle yazdım diye moralimiz bozulmamalı tabi.İçimizdeki gezme isteğini az biraz bastırırsak ve sağlam notlara erişebilirsek yapamayacağımız şey yok.Zaten 50 verseler yeter de artar fazlasında gözümüz yok.

Finallere çalışan,çalışıcam bi ara aklımda diyen ya da bütte veririz olmadı mutluluklar dileriz diyen tüm üniversitelilere selam olsun,kolay gelsin hepinize ! 

8 Mayıs 2014 Perşembe

Blogda Değişiklik

Blog açmaya bi anda karar verince isim konusunda acele etmek zorunda kalmıştım.Hemen bi şeyler bulmalıydım,biraz ilgi çekici olmalıydı,yazacağım şeylerle az biraz bağlantılı olmalıydı.Tabi tek bi alanda yazmayınca konuyla bağlantı kısmı konusunda sorun yaşanıyor.Çekici olma konusuna gelirsek iddialı bi blog yazarı olmadığımdan bu da çok önemli değildi aslında.O yüzden bi anda karar verdiğim 'son ütücü' fikri cazip göründü ve neden olmasın dedim.

Bize o an için cazip görünen şeyler belli bir zaman geçince o kadar da cazip gelmeyebiliyor.Sonuç olarak ben de en başından beri aklıma yeni bi şey gelse de şu blogun ismini değiştirsem diyordum.Sonunda yeni güne adım attığımız şu saatlerde artık zamanının geldiğine karar verdim.

Aklıma gelen güzel bulduğum birkaç isim olmadı tabi daha önceden başkalarının aklına gelip kullanıldığı için.Neyse dedim pes etmedim ama yine tıkandım bi yerde.Şimdi yeni bir isme karar verdim : voice of collegian.Şu an farkında olmadan üniversitede 1.yılını bitiren biri olarak ve tabi çevresindeki olaylara az biraz duyarlı biri olarak bu blog isminin öncekine göre daha uygun olduğunu düşünüyorum.Bu sefer de tam olarak içime sinmedi ama ne demişler 'değişmeyen tek şey değişimdir'.Değişiklik iyidir ve belki bloga da bana da iyi gelir.

Yazılarımı sabredip okuyan küçük ama sevimli kitleme teşekkür ediyor,saygılarımı sunuyorum.

17 Nisan 2014 Perşembe

Huzura Kavuşmak İstiyorsanız..

En huzur bulduğunuz yer neresi ? Sizi bilmiyorum ama kendi cevabımı vereyim hemen 'kitapçılar' ! Yaz kış demeden hatta sınav senesinde bile saatlerimi geçirdiğim yerler buralar.Bi yerde birini bekliyorsam etrafıma bakarım kitapçı var mı diye ? Varsa başka yere gitmeden doğrudan oraya giderim.Sonra bakarım ki beklediğim kişi aramış duymamışım bile.

Yukarıda söylediklerim size garip gelebilir biraz.Ancak kitap okumayı seviyorsanız,bazı kitapları okumadan o kitap hakkında az da olsa bilgi sahibi olmak istiyorsanız ve hatta sınava hazırlanan bir eşit ağırlık öğrencisiyseniz sizin için ideal.Tabi burada not düşmek gerekiyor o da şu gideceğiniz kitapçı içinde mümkün olduğu ölçede çok kitap barındıran ve sürekli kendini yenileyen bir yer olmalı.Aksi takdirde kısa aralıklarla giderseniz bir fark göremez ve tatmin olamazsınız.

Kitaplardan söz etmişken neden sahaflara değinmediğimi soracak olursanız sebebi açık sahaflar içinde daha çok eski kitapları ya da birtakım dergi vs. koleksiyonları bulunan yerler.Elbette son çıkan kitapların bulunduğu sahaflar da var ancak o küçük dükkanların içinde ben pek huzur bulamıyorum.Az bir çoğunluk ilgi gösteriyor aslında ama üç kişi girdiğinde o tarz dükkanlara sığma ihtimali olamıyor bazen.

Yazının mesajına gelirsek,kitapçılara gidin orada çalan müzikleri dinleyin ve huzura kavuşun.Tavsiye olarak da Beşiktaş'ta kabalcı,Kadıköy'de de akmarın sokağındaki nezih'i önerebilirim.Kadıköydeki kabalcı küçük olduğu için sizi pek tatmin etmeyecektir diye tahmin ediyorum.Zira beni tatmin etmedi.son olarak diyorum ki canınız mı sıkıldı,daraldınız mı kitapçılara gidin kısa süreli de olsa güzel bir dünyaya yelken açacaksınız :))

12 Nisan 2014 Cumartesi

Cevapsız Sorular

Bir ülke düşünün başbakanı ülkedeki en yetkili mahkemenin kararına saygı duymadığını söylüyor.Adalet Bakanı adeta aba altından sopa gösterircesine verilen kararların o mahkemeye zarar vereceğini söylüyor.Ve yine hukuktaki en üst normun yani anayasamıza aykırı olan bölümleri olduğunu farketmeyen ya da farkedip bi şekilde yuttururuz 'milli irade'mize diye düşünen bir hükümet ve bi kararı onaylayan bir cumhurbaşkanı düşünün.Bu saydıklarımı başka bi ülkede anlatsanız size gülerler hatta bi daha ciddiye alınmayacak duruma düşersiniz.Belki bir kaç sene öncesine kadar bize sorsalar 'bu kadarı da olmaz' derdik ama son günlerde görüyoruz ki bu kadarı da olurmuş hatta her geçen gün daha fazlasının olma ihtimali de varmış.

Siyasetten konuşmaktan gercekten ülkece çok sıkıldık bence ama o kadar hareketli bir gündemimiz var ki siyaset her dakikamızın içinde.Şu son Twitter yasaklanıyor,yasaklandı,Youtube yasaklandı vs. derken anayasa mahkemesinin kararlarıyla birlikte yine ülkece gerildik,patlamaya hazır bomba gibiyiz.

Önce twitter'ın kökünü kazıyacağız dedi başbakan seçim öncesi 'yok artık,olmaz öyle şey' dedik hatta twitter kuşunun başını bağladık dalgasını geçtik ama anladık başbakan ciddiymiş,Twitter kapandı.Hemen dns ayarları değiştirildi Google dedik en güvenilir onu dns sağlayıcısı olarak kullanalım,sonra baktık o da engellendi.Bu sefer amerikasıydı,ingilteresiydi yok vpniydi her bir şeyi öğrendi bu halk.Kendi onayladığı yasa tasarısıyla yasaklanan Twitter'a giren bu yasağın koyulmasına zemin hazırlayan nurtopu gibi bir cumhurbaşkanımız bile oldu.Paralel yapının işleri olduğu söylenen ancak bu iddialardan -ses kayıtlarından söz ediyorum- aklanmak için seçimi bekleyen bir başbakanımız vardı.Çoğu insan dedi ki 'bi testle anlaşılır TÜBİTAK var sonuçta zan altında kalmaya değmez bu kadar' ama bilemedik tabi bu ses kayıtlarının algı yönetimi aracı olacağını.Gerçi ülkenin çoğunlukla dini öğeleri kullanarak gelen bir iktidarın aynı mahsun bakışla sandıktan yeniden zaferle çıkacağını anlayamadık.İnsanlar artık nasıl bir etki altındalarsa bir anne çocuğunu korur ya dışardan ne derlerse desin çocuğunun kabahatini görmez korur onu,aynı o şekilde halkımızın çoğunluğu korudu iktidarını.Paralel yapı diye bir şey var devletimizi ona yedirmeyiz dediler oy verdiler.Tabi burada algı yönetimini başarıyla gerçekleştirdi iktidar onu da belirtmek lazım saygı duyulacak bir durum.Seçim oldu her zamanki gibi elektrikler kesildi -tabi suç kedilerde trafoya girmişler - yakılan oy pusulaları ortaya çıktı ve yine en azından benim için temiz bir seçim olmadı.Bu yüzden de kimse sandıkta aklanmadı gözümde.Oylarının peşinde koşan insanlar,yasaklı olan twitterda paylaşılan sandık numaraları tutanakları ezberledik derken itirazlar olsa belli oldu sonuçlar henüz resmi olmasa da.İktidarın her itirazını kabul eden muhalefete üvey evlat muamelesi yapan bir ysk olduktan sonra bir beklentimiz kalmadı zaten.neyse sonlara gelelim artık iktidarın getirdiği bireysel başvuru yolu iktidara karşı kullanılınca ipler gerildi.Akp'nin kapatılmasına oyçokluğu ile karar veren Aym çok yaşa,Twitter kararının iptaline karar veren hsyk ve tib düzenlemesinin kısmi iptal karar veren Aym tü kaka oldu.

Şimdi sormak istiyorum anayasa mahkemesi neden birden kötü oldu ? Neden kararlarına saygı duymuyorsunuz ? Yargıyı bağımsız bırakın derken yargı size karşı karar verdiğinde hem de oybirliğiyle neden tahammül edemiyorsunuz o kararlara ? 

Tabi sizin 'milli irade'niz bu soruları sormaz.Sorsa bile sizi savunacak aklayacak bir şey bulur illa.Bu sorular da cevabını bulamadan kalır öyle.

Daha İyisi

Hayatından yüzde yüz memnun olan insan var mıdır ? İnsanoğlu nankördür derler herkes hayatında yeterince iyi olmadığını düşündüğü bi şey bulur.Ve hep daha iyisini hakkettiğini düşünür.Hep bir karşılaştırma yapar kafasında,kendi durumuna yakın birileriyle karşılaştırır ve hep onlardan eksik bir yanını bulur.Pollyanna bir kitap sonuçta gerçek hayattaki bir karakter değil.Hele günümüzde gerçek olması imkansız ötesi bir karakter.Peki neden böyleyiz ? Elimizdekilerle mutlu olmak bu kadar zor mu ?

Yukarıdaki soruya sen ne cevap verirsin diye soracak olursanız cevabım 'zor,gerçekten zor' olurdu.Zor çünkü insanlar olarak hep daha fazlasını istemeye programlanmışız.Düşünün aslında elinizde bir iphone 5 var ama 5s çıktığında özellikle yurtdışında kuyruklar oluşuyor,insanlar sabahlıyor yeni çıkan bu modeli almak için.Neden yapıyorlar bunu 'daha iyisi'ne sahip olmak için.Daha iyisi olabilecekken azla yetinmek özellikle bu devirde ahmaklık olacağı için.

Teknoloji için söylediğim bu durumu maalesef insani durumlarda da yaşıyoruz.Biriyle tanışıyoruz mesela,kafamızdaki kriterlere uygun biri belki ama daha ona şans vermeden daha iyisi karşımıza çıkar diye hayır deyip geçiyoruz.Daha güzel / yakışıklı deyip başkasına yöneliyoruz.Bu noktada bir soru giriyor devreye,o daha iyi olarak nitelendirdiğimiz kişide istediğimizi bulamadıktan sonra başa dönebilir miyiz ? Hiçbir şey yaşanmamış gibi yapabilir miyiz ? Yapabilen insanlar vardır elbet takdir ederim onları da ama zor geliyor bana.Her zaman daha iyisi vardır zamanla mükemmel dediğinizin bile daha iyisi çıkar zamanla.

Bu 'daha iyisi' meselesi sadece teknoloji ve ikili ilişkiler için geçerli değil tabi hayatınızda yaşayabileceğiniz her durum için mümkün.Azla yetinin demiyorum ama daha iyisi olacak diye de yırtınmanın anlamı yok bi yerde kabullenmek gerek.Kabullenip kendini gercekten hazır hissettiğin ana kadar beklemek...

13 Mart 2014 Perşembe

Haydi Sandığa !!

Küçükken seçimlerde oy vermek için girilen kabine annem veya babamla ben de girerdim.Görevliler küçüğüm diye bi iki defa göz yumdu ona denk geldim herhalde.O gün bugün oy kullanacağım günü bekliyorum.Oy kullanabilmek demek demokratik bir ülkede siyasal açıdan sesini duyurabilmek demek.Ben beni temsil etmesini istediğim kişiyi seçmekte özgürüm demek ve bunu herkese göstermek.Tabi bunu demokratik bir şekilde göstermek.

Şimdi gelelim oy kullanmanın önemine.Görüşümüz ne olursa olsun gidip demokratik hakkımızı kullanmalıyız.Sesimizi duyurmak,var olan iktidardan memnun olup olmadığımızın dillendirmek için şansımız.İktidar partisinin her iki lafından biri olan 'milli irade' demesi boşuna değil.Siz oy vermediniz belki o partiye ancak çoğunluk o partiye oy verdi ve o parti iktidara geldi.Evet 17 gün sonra yapılacak olan seçim yerel seçim.Her ne kadar genel seçim havası varsa da yerel seçimler yani belediye seçimi.Aslında burada yapılması gereken belediyeciliğine güvendiğiniz adaylara oy vermek.Ama ne yazık ki partilerin adayları parti sistemlerinden çıkamadıkları için adaya değil partiye oy veriyormuşuz gibi oluyor.Genel seçimlere de örnek olacağından en azından partilere bir uyarı niteliği taşıyacağından iki eliniz kanda bile olsa sandığa gidin ve demokratik hakkınızı kullanın.

Son olarak,17 gün sonra yapılacak seçimlerde ilk defa oy kullanacağım.Dolayısıyla yapacağım işlemi bilmekle birlikte ya dairenin dışına taşarsa mühür ya dışa katlamayı unutup oyum geçersiz sayılırsa ya da yanlış zarfı yanlış sandığa da atabilirim korkusu yaşıyorum zaman zaman.İlk defa oy kullanacaklar olarak o gün normalde olacağından 100 kat daha dikkatli olmak zorundayız.Çünkü meydanlara inen ak gençlik değil çapulcularmış yani dün cenazeye giden o kadar insan başka partiye oy verecekmiş demek ki.Neyse konuyu fazla uzatmadan diyorum ki sandığa gidiyoruz oyumuzu kullanıyoruz ve halk olarak bir nevi muhtıramızı veriyoruz iktidara.Yanlışlarını anlayacaklarını ve yakma yıkma politikalarının pek değişeceğini sanmıyorum ama denemek zorundayız ve hakkımızı kullanmalıyız.

Haydi Sandığa !!!

28 Şubat 2014 Cuma

Hukuk Devletinde Hukuksuzluk

Geçen sene Gezi Direnişi sırasında üniversiteye giriş için sınava hazırlanıyordum.İnsanlar meydanlara döküldüğünde sadece sosyal medyadan takip etmekle kaldım.Yaptığım tek şey evimin yakınlarında Gezi Parkı'na gidecek yardımlar için toplanan insanlara bi kaç yardım malzemesi verebilmek oldu.Tencere tava çalma kısmını saymıyorum tabi ki,onu yapmayanımız kalmadı galiba.

Şimdi nereden geldin gezi konusuna diyecek olanlarınız olabilir cevabını vereyim hemen.Gezi ülkemizde medyanın nasıl susturulduğunu,polisin emir uğruna kendi vatandaşına nasıl düşmanca davranabildiğini anlamamızı ve kör gözlerimizin biraz olsun açılmasını sağladı.Bir nevi uyanış.Evet uyandık ama aramızda hala uyumaya devam eden arkadaşlar var.Adeta küçük bir çocuk gibi bir şeker çikolata konulduğunda önlerine 'evet kötü şeyler oldu ama sonunda elimde çikolatam var' deyip unutabiliyorlar yaşananları.

Çok değil daha Haziran'da yani 8 ay önce daha üniversitede okuyan biri polis tarafından dökülerek öldürüldü.15 yaşında bir çocuk polis kurşunuyla vuruldu ve hala uyanamadı.Bunları yapan polise 'kahraman' muamelesi yaptılar.Destan yazdı dediler.Bunu diyenlerin kendi çocukları da vardı,onlara olsaydı peki? Sırf askerde ki doğuya da gitmezler ya kaza kurşunu olur diye korktuklarından askere göndermeyen adamlar başkalarının çocukları için neden bu kadar endişelenmediler? Onlar da bir anne babanın evlatları değil mi? 

Konumuza dönersek ben bu olaylar olurken hukuk okumak için sınava hazırlanıyordum.10 yaşımdan beri hayalini kurduğum mesleği yapabilmek için çalışıyordum.8 yıl boyunca kendimden en ufak bir şüphe duymadan 'çalışma hayatım boyunca severek yapabilirim' dediğim meslek için.Ve kazandım ama şimdi kendimden değil fakat ülkemden şüphe duyuyorum.Hukukun olmadığı bir ülkede daha doğrusu hukuk önünde eşitliğin olmadığı bir ülkede nasıl hukukçu olurum bilemiyorum.Savcı olursam istediğim şeyi rahatça araştıramayabilirim ya da durdururlar beni 'otur oturduğun yerde bize bulaşma emekli olana kadar rahat edersin' diyebilirler mesela.Hakim olursam kararımı veremeden başka yere tayin edebilirler mesela.Avukat olursam da tayin korkum olmaz belki ama müvekkilimin haklı olduğunu bildiğim halde sırf belli çevrelere aykırı hareket ettiğinden,belki hakîmin taraflı olduğundan kaybedebilirim davamı.

İşin acı kısmı ne biliyor musunuz? Anayasaya ya da kanuna bi kere bile bakmamış merakından bile araştırmamış insanlar ya da diğer ülkelerdeki istifa haberlerinin nedenlerini bilmeyen insanlar için ülkedeki her şey normal olabilir ama az da olsa bi şeylerin farkında olan insanlar için bu yaşananlar çok ağır.Yapılan şeyin yanlış olduğunu,başka bir ülkede bu olaylar yaşansa istifa haberleri geleceğini bilip de elin kolun bağlı oturmak zorunda kalıyorsun.Sokağa çıksan anarşistsin biber gazını yersin,soruşturma açayım desen yerini değiştirirler,bi yazı yazayım desen sansür yeme ihtimalin çok fazla,tartışma programına katılsan 'seçimde gösterir halk tepkisini' der susturmaya çalışırlar.

Ön görümü paylaşayım..Savcıların hakimlerin yeri bu kadar kolay değiştikçe içeri alsanız bile tahliyeler devam eder.Hala kötü körüne 'ben söze değil icraata bakarım'cılar olduğu için de evde zorla tutulan %50 yine oyunu verir.Ses kayıtları da yakında montaj çıkar.Sen sağ ben selamet.

İyi Uykular Türkiye!! 

26 Şubat 2014 Çarşamba

Biraz Siyaset Konuşalım

Gün geçmiyor ki yeni bir siyasi olay patlak vermesin.Şimdi malum ses kaydı çıktı ortaya.İnsanların gözlerinin açılması içim bir fırsat olan bu kaydı sandıkta ne kadar işe yarar bilmem ama ortalığı karıştırdığı kesin.

Dün istanbul Kadıköy'de,Ankara'da ve İzmir'de olaylar çıktı.İnsanların baskı altına alındığında ve kitleler kenetlendiğinde neler olduğunu gördük yeterince Haziran'da.Sanki o olaylar hiç yaşanmamış gibi polis aynı sertlikte devam ediyor biber gazı ve tazyikli suya.Tabi burada şunu da eklemek lazım gezi direnişi daha farklıydı dün Kadıköy'de yaşananlar da gösteriyor ki artık seslerini duyurmak için meydanlara çıkan insanlar arasında vandallar da katılmış.Evet devlete kızgınız ama bankasından ne istediniz? Haklıyken haksız duruma düşmek tam da bu işte.Aklınızda sorular yaratan hükümete tepki göstermek için toplandınız ama böyle hala kör olan gözlere koz verdiniz.Tepkimizi bi şekilde belli edelim kabul ama vandalizm olmamalı.

İşin bir de polis tarafı var tabi ki.Kimse 'onlar da emir kulu ne yapabilirler ki?' demesin.Emir kulu olan insan karşısındaki düşmanmış gibi davranmaz.Önünde insanlar olduğunu göre göre o tazyikli suyu sıkmaz.Sokakta döverek adam öldürmez mesela.Konumuza dönelim insanları serbest bıraksanız olaysız dağılabilirler bence.Ki örnekleri de gördük yakın zamanda.Ama siz 'aldığınız emir doğrultusunda' biber gazına ve tazyikli suya başvurmaya pek meraklısınız.Belki sizin de hoşunuza gidiyor orasını bilemiyoruz tabi.Şahsi düşüncem bunun emrin ötesinde bir nefrete dönüştüğü yönünde.

Sonuç olarak , SESİMİZİ DUYURMAYA EVET VANDALIZME HAYIR !! 

15 Şubat 2014 Cumartesi

Sihirli Değnek

Sihirli bir değneğiniz olsa ne yapmak isterdiniz? O sihirli değnek size bir yetenek kazandıracak olsa ne olmalı derdiniz? 
Kendi cevabımı vermek gerekirse insanların benim hakkındaki düşüncelerini bilmeyi isterdim.Bana yakıştırdıkları sıfatları mesela.Ya da bir yakıştırma yapmaya değer bulup bulmadıklarını.Belki de tanıdığımı sandığım insanlar için bile sokaktaki birinden farksızımdır.Hakkımda hiç düşünmemişlerdir.Bi gün bi yerde gördüklerinde 'bu kızı bi yerde gördüm sanki..doğru ya bizim sınıftaydı' deyip geçerler.Ya da o üç nokta hiç var olmaz ve bi iki saniye içinde unutulur.

Insanın kendisi hakkında olumlu ve olumsuz her türlü düşünceyi saygıyla karşılaması gerekir diye düşünüyorum.Kendini beğenmiş dediklerinde mesela karşındaki için 'önce kendine baksın' demeden 'bunu düşündürecek ne yaptım?' Sorusu sorulmalı.Gerçi şu da var karşısındaki insan hakkında dobra dobra ne düşündüğünü söyleyebilen insan yok gibi bir şey.Yaş aldıkça masumluğunu kaybeden kişi 'belki ilerde bir yardımı dokunur' mantığıyla herkesle arasını iyi tutmaya çalışıyor.Arkasından konuşsa da,yüzüne gülerken bile aklından bambaşka şeyler geçirse de devam ediyor.

Asıl soru neden dürüst olamıyoruz ? Ben hazırım her türlü eleştiriye.Dürüst olun,dobra olun ve gelin deyin içinizde ne varsa.Yoksa da söyleyin 'senin hakkında hiç düşünmedim,benim için sıradan birisin.' Hazır olduğunu düşündüğünüz herkese uygun bir ortamda söyleyin gitsin.Karşıdaki için de sorunu varsa -illa vardır- çözmesinde yardımcı olursunuz.Bi deneyin bence sonunu düşünmeden.

7 Şubat 2014 Cuma

İntenette Sansür

Sansür uygulamasını hepiniz biliyorsunuz.Geçenlerde sansür uygulamasını yasal hale getirecek olan yasa mecliste kabul edildi.Kolay kolay cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilen bir yasa olmadığını düşünürsek onaylandı gözüyle bakabiliriz bu yasaya.Peki internette sansürü yasal hale getiren bu yasada neler var? 

Öncelikle 1966 tarihinde yayınlanan bir yönetmeliğe göre sansürün amacına bakalım,bu yönetmelikte sansürün amacını Kamu düzeni ve güvenini bozan, halkı telaş ve heyecana düşürecek nitelik taşıyan haberlerin yayılmasını önlemek olarak belirtmiş.Asıl amacı kamu düzenini sağlamak yani.Şimdi bir soru 'gezi direnişinde yapılan duyurular,'kesin bilgiler' kamuyu bilgilendirme miydi yoksa kamu düzenini bozan nitelikte haberler miydi?'
Başbakanın söylediği o %50 için kamu düzenini bozan hareketler olabilir ancak yurdun geneline yayılmış bir hareket hakkında ulusal kanallar penguen belgeseli yayınlarken yapılacak başka bi şeyin olmadığı kanaatindeyim.Ulusal kanallar gereğini yerine getirebilselerdi sosyal medyaya daha az ihtiyac duyulurdu bu dönemde.

Meclisten geçen yasanın getirdiklerine dönelim.Radikal gazetesinin haberine göre Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde doğrudan TİB Başkanı’nın emri üzerine erişim engellenecek. Bu acil uygulamada hâkim kararı aranmayacak.Benim bu cümleden anladığım özel hayatın gizliliğinin ihlali zaten kanun tarafından korunuyorken TİB başkanının kendini adeta hakim yerine koyup -hızlı karar vermek adına- engelleme yapabilmesi.Bu durumda düşünülmesi gereken şudur yargı sistemi neden yavaş,neden hukukun koruduğu bir alanı hukuktan bağımsız bir 'yetkilinin' eline bırakıyoruz? Bu durum hukukun alanında hukuksuzluk sorununu ortaya çıkarmaz mı?

Son olarak bakanın fişleme sorusuna yanıtından bahsetmek istiyorum.Yine radikal gazetesinin haberine göre Devletin hiçbir kurumu TİB dahil, trafik bilgilerini saklamayacak. Hiçbir kurum, ve erişim sağlayıcıları birliği, yer sağlayıcıları, içerik ile ilgili hiçbir bilgiyi tutmayacaklar. Sadece ismi, süresi, hangi tarihte olduğu, IP adresi kaydı tutulacak. cevabını vermiş bakan.Konuyla ilgili son sorumu da sorup yazıyı bitiriyorum 'ismi ve IP adresi kaydı tutulacaksa bir nevi fişleme olmaz mı?IP adresinden kişiye ulaşmak o kadar da zor değil hele taraflardan biri devletse.

4 Şubat 2014 Salı

Okula İsyan

Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi isyanını sosyal medyadan duymuşsunuzdur.Fakültenin merkez kampüse olan uzaklığından,kütüphanedeki kitaplarının yetersiz oluşundan,merkez kampüse olan uzaklık yüzünden kulüplere katılmama durumlarından ve çap-yandal yapma imkanlarının olamayışından yakınmaktalar.Durum dedikleri gibiyse sonuna kadar haklılar.Üniversite yönetimi acil olarak konuya el atmalı sorun giderilmelidir.Öğrencilerin adil olmaları bekleniyorsa ve okulun adını da biraz düşünüyorsanız orta yolu bulmakta gecikmek en büyük hata olacaktır.

Şimdi gelelim asıl anlatmak istediğim konuya.Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi güzel bir hareket başlatmış,ne kadar etkili olur bilinmez ancak seslerini duyurmayı başarmış gibiler.Konu üniversitenin eksiklikleri olunca ben de kendi okulumdan bahsetmek istedim.

Notlarımızı öğrenmek için hatta ders seçimi bile yapmadan önce bir anket koyuyorsunuz ya önümüze.Kampüs dünya ölçeğinde bir kampüs mü?Okulunuzu tavsiye eder misiniz?Yine sınava girseniz bu okulu seçer miydiniz?Amfi olanakları yeterli mi?....böyle uzayıp giden bizleri kangren eden bir anket.Cevaplaması okulun eksiklikleri nedeniyle zor değil neyse ki.Hepsinin cevabı HİÇ KATILMIYORUM!!.

Öncelikle söylemek istiyorum ki tercihlerimi yaparken daha önce adını bile duymadığım bu okulu rehber hocamın ısrarı nedeniyle yazdım bi de puanımın yetebileceği en büyük ihtimalli yer diye.Burslu okuyor olmasam ortalamam da hazır yetiyorken değiştirmeyi bi an bile düşünmezdim ancak gidemiyorum hiçbir yere.Neyse şimdi eksikliklere başlayalım liste uzun mümkün olduğunda kısaltacağım.

Solak Öğrencilere Uygun Sıra Yok
Hazırlık sınavı atlama sınavına girdiğim gün farkettim bu büyük eksikliği.Solak öğrenciler düşünülmemiş.Tam 2 ya da 2,5 hatırlamıyorum saat boyunca iki büklüm bir şekilde sınavı yapmaya çalıştım.Sınavdan çıkarken bel ağrısından bi 5 dakika yürüyemedim düşünün artık.

Hukuk Fakültesinin Amfisi Yok
Haftada sadece iki defa dersimizin olduğu sınıflara amfi deniliyor ancak onlara amfiyse devlet okullarında olana ne demek lazım bilemiyorum.
Amfinin olmayışı Güzel Sanatlar Fakültesi'nde adeta bir sığıntı gibi ders görmemize yol açıyor.Güzel Sanatlar Fakültesi'ni yermek değil amacım ancak Hukuk Fakültesi'yiz biz iki senelik bölümlerinize benzemez.Amfi istiyoruz hakkımız olanı yani.
Ayrıca Tıp Fakültesi için kıskaca bina yapılırken Hukuk Fakültesi'nin İİBF ile birlikte olması saçmalığına da değinmeden geçemeyiz.

Sosyal Etkinlikler Yok Denecek Kadar Az
Sosyal etkinlik olayının sadece kulüpler vasıtasıyla olacağını sanan bir yönetim görüyoruz.Ancak o iş sadece öğrencilere bırakılmaz.
TV'de veya sosyal medyada tanınan ve dalında uzman olan insanların konuşmacı olarak getirilmesi gerekiyor mesela.Hukuk Fakültesi'ne hukuk profesörleri getirip panel yapmaktan bahsetmiyorum.Sosyal alanda göz önünde olan tüm öğrencilerin dikkatini çekecek ve katılımlarını sağlayacak etkinlikler yapılmalı.Öğrencilerin bağlantıları sınırlı olabilir bunun için bir birim oluşursa daha sağlıklı olacaktır.

Şimdi ben bunları yazdım ama bi sonucu olmayacağını da adım gibi biliyorum.Biz Okanlılardan bi cacık olmaz.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Çocuk Gelin

Son yazılarım kitap eleştirileriyle doldu ancak yazıyı yazan ne yaşıyorsa onu yazar değil mi? Evet yazıya başladıysak asıl konuya gelelim bakalım.

Şu aralar Hakan Günday'ın Az adlı kitabını okuyorum.Derdâ adlı bir karakter var ilk bölümünde.Derdâ 11 yaşında okula giden bir kız iken annesinin zoruyla evlendiriliyor.Son zamanlarda sırf bu olaylar yüzünden gencecik insanlar hayatlarına son verirken ve verilirken konuyla ilgili bir kitap okumak istedim.

Özellikle Doğu illerimizde olan bu çocuk gelinler ülkemizin acıyan bir yarası maalesef.İlkokulu bitiren kızların -o da zorunlu eğitim olduğu için- babaları tarafından başlık parası adı altında resmen satılması 21.yy'a yakışan bir durum mu sizce? Çocuğundan faydalanmayı hangi anne baba yakıştırabilir kendine onun hayatını mahvederek? Erkek çocuk tarlayı sürsün,şânımızı soyumuzu devam ettirsin,kız çocuk da bi işe yaramaz kocaya verelim gitsin.Akla mantığa sığmayan bir düşünce.

Ülkemizdeki medenî kanuna göre bir kişi en erken o da 'pek önemli bir sebep' olması halinde 16 yaşında evlenebilir.Derste hocamızın da söylediği gibi kızlarını çocuk yaşta evlendirenler hukukçulardan daha iyi biliyorlar bu maddeyi.Dolayısıyla öncesinden imam nikahıyla evlendirilen çocuklar 16 yaşlarına geldiğinde o pek önemli sebebi gerçekleştirmiş oluyorlar.Böylece resmi olarak da evlenmelerine bir mani kalmıyor.

Bu duruma ne yazık ki yıllardır engel olamadık.Kız çocuklarını bilinçlendiremedik,annelerin kızlarını korumak için eşlerine karşı çıkmalarını sağlayamadık ve babaları da bu ilkel düşünce yapısından uzaklaştıramadık.Bu cümleleri yazmak o çocukları düşünükçe ağır geliyor.

Eğer doğuda olsaydım şimdi kucağımda iki çocuk dolaşırdım herhalde.Doğulu bir aileden geliyorum ama ailemin o ilkel düşünceden uzak olması bakımından çok şanslıyım.Keşke diyorum o çocuklar da bunu yaşamak zorunda olmasalar.İsyan edebilseler ve bi işe yarasa.

Şimdilik elimizden gelen sadece güzel günleri dilemek.Belki bir gün gelir ve bu ilkellikten kurtuluruz.

29 Ocak 2014 Çarşamba

Çıplak Ve Yalnız / Hamdi Koç

Çıplak ve yalnız...Ordu'nun bir ilçesi olan Ünye'de geçen bir hikaye,amcasından kalan miras sonucu memleketine dönmek zorunda kalan ve eski hayatına dönemeyen bir adamın hikayesi.

Öncelikle ana karakterden bahsedelim biraz.Mesut Akarsu.Ailesi tarafından hiç sevilmediğini düşünmüş,abisi tarafından horlandığını belirtiyor.Üniversiteye gitme fırsatı olmamış,o askerdeyken ailesi bir trafik kazası geçiriyor ve hayatta tamamen yalnız kalıyor.Sırf sevgisizlikten kendisine ilgi gösteren kendinden yaşta büyük bir kadınla evleniyor.İstediği şey sadece hayatta yalnız olmadığını bilmek ve sevilmek.Hayatta hepimizin istediği şeyler aslında ama onun kadar yalnız kalmadık sanırım hiçbirimiz.Aynı zamanda aşkın peşinden giden bir adam bu Mesut.Bir kadının ayakkabısından ona aşık olabilmeyi hayal ediyor.Sesi,nefesi etkilemeye yetiyor onu.Yazar Ayşe Arman'la olan röportajında da şöyle ifade etmiş : cinsel cazibe diye bir şey var. O cazibeye sahip bir kadın, bir adama çok şey yaptırabilir. Alır götürür. Kimse de, “Gelmiyorum!”diyemez. Hele, “Ben evliyim, gelemem!” asla demez. Gidilir yani.Aşkın sadakat duygusundan da öte olduğu düşüncesi hakim bu sözlere.Size göre nasıl peki karşınızdaki insana sadakatinizi saygınızı bir tarafa bırakıp aşkınızın peşinden gidebilir misiniz?

Romanda bir yerde fantastik olarak nitelendirilebilecek bölümler geliyor okurun karşısına.'Fantastik mi o zaman pek tarzım değil' diyenler olabilir aranızda hemen bir ekleme yapayım fantastik ancak sizi yoracak gibi değil.Aslında kitap başlı başına saatlerce elinizde bırakamayacağınız türden.600 sayfa olmasına bakmayın yazarın dili akıcı olduğu için,zorlanmadan bitirebilirsiniz.

Aylardır piyasada olan bir kitap için geç kaldım ama olsun.Hala okumayanlarınız varsa aranızda yazıyı da dikkate alırsınız.
İyi Okumalar!!

21 Ocak 2014 Salı

İstanbullunun Gözünden Ankara

Tatilin başlamasıyla birlikte blog da tatile girmiş gibi oldu.Şimdi haftasonu çıkılan tatilin bitmesiyle birlikte yazılara devam ediyorum tabi ki.Haydi başlayalım.

Ankara yolcusuydum malum.Ankara bi İstanbul değil tabi ki ama benim için iki numaralı şehirdir her zaman.İkinci bir ev gibi.Küçükken her sömestr tatilinde gittiğim,mesleğime karar verdiğim,ilk gözağrılarımın yaşadığı şehir.Biricik anneannemin,yaşasaydı meslektaşım olacak dedemin mezarının olduğu şehir.

Istanbulda yaşayanlar genelde sevmez bu şehri,ankaralılar da istanbulu.Ama iki şehirde de sevdikleriniz varsa ikisinden de kopamazsınız.Hele gide gele orada anılarınız oluşmaya başlamışsa kopma ihtimaliniz kalmaz.Karşılaştırma yapıp istanbulun översiniz ancak bu şehir de böyle iste deyip geçmek gerekir bazen.Boğazı yoktur ancak şehir manzarası da fena sayılmaz.Buram buram tarih kokar bi kere.İstanbulun tarihi daha eski tabi ki benim dediğim cumhuriyet tarihi.Bi yere giderken sağda solda görürsünüz bakanlıklar,devlet daireleri,radyolar,...

Memur kenti derler bu yüzden bi restauranta oturduğunuzda,mağazalara baktığınızda anlarsınız istanbulda kazıklandığınızı.İstanbulda 150 liraya aldığınız bi kabanın burada 70 lira olmasına içerlersiniz.Kısacası çoğunlukla memurların yaşadığı bu şehirde hayat biraz daha ucuzdur.

Sokak hayatına gelelim biraz.Memurlar eğlenmez diye düşünmüş olacaklar avm çöplüğü haline gelmiş bi yer.Bu kadar avm'ye ne gerek vardı Melih'ciğim tamam başkent Büyükşehir falan da abartmışsın sen hatta bi şeyini çıkarmışsın.

Son olarak metro olayına gelmek istiyorum.Metroyu yapmışsınız ama olmamış o.İlkel kalmış biraz daha modern olmak lazım.Gerçi seçim kaygısı olmayınca olduğu gibi kalsın değiştirmeye gerek yok değil mi başkanım?


14 Ocak 2014 Salı

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi...ilk olarak söylemeliyim ki adı gibi güzel bir kitaptı.Ahmet Ümit'in ilkokuldayken zorunlu olarak okuduğum Masal Masal Içinde kitabından sonra başka kitabını okumamıştım bunun pişmanlığını yaşattı bu kitap bana.Keşke dedim ilkokuldayken tanıdığım bu yazarı okumaya devam etseydim.Okuduğum kitabı da hala aklımda tamamı değil tabi ki ama beni etkilemiş olacak ki unutmamışım.Bu kitaptan sonra yanlışı devam ettirmeden okumak lazım diğer eserleri.

Şimdi taze taze çıkan kitaba gelirsek..Aslında çıkalı oldu biraz okuyayım mı okumayayım mı,kafama uyar mı derken zamanı geçirdik.Ama ne demiş atalarımız geç olsun güç olmasın.Öyle oldu gerçekten de kitapla kavuşmamız uzun sürdü biraz ama 1 günde bitti.Neden bir günde bittiğini soracak olursanız,hızlı okuduğumdan değil.yazar sizi öyle bir sarıp sarmalıyor ki kitabı elimizden bırakmak her dakika zorlaşıyor.Yemek yemek için bile kalkmak istemiyorsunuz o koltuktan.Sanki ara verseniz katilin kim olduğunu başkomiser Nevzat çözecek de haberiniz olmayacakmış gibi geliyor.İşte bu hissiyatı verebilen yazar bir alkışı hakkediyor.Polisiye roman dediğin böyle olmalı.Yabancılar daha başarılı geliyordu ama bizimkiler de boş değilmiş dedirtiyor insana Ahmet Ümit.

Göze çarpan bazı şeyler de yok değil tabi ki.Şahsen Ali komiser diye bir karakter var kitapta gerek sorgu sırasında gerek diğer araştırmalarda komiser Nevzat'tan daha akıllıca sorular soruyordu,yaşı genç olduğundan mı tecrübesizliğinden mi bilinmez daha atikti.Kitapta yardımcısı bu kadar atik iken Başkomiser Nevzat'ın geride kaldığı anları pek anlayamadım açıkçası.Ana karakterin asıl soruları sorduğu ve olayı çözdüğü yardımcısının ise tahmin yürütüp 'yardımcı' sıfatında kaldığı kitaplar varken daha çok piyasada burda yardımcı karakter baş karakterin önüne geçiyordu zaman zaman.Belki de gözüme en çok takılan şey oydu.Bir de kitabı okumayanlar varsa isim vermeyelim katilin sonunda bu kadar çabuk çözüleceğini tahmin etmezdim.Bi anlık bi hisle yapmıştı evet,asıl işi o da değildi ama hiç zorlamadan itiraf etti.Belki o da zorlasa gereksiz uzamış olacaktı son bilemiyorum ama bu kadar kolay bir itirafı beklemiyordum açıkçası.

Bu iki nokta dışında kitaba söyleyecek söz yok.Kesinlikle çok başarılı.Hem Ahmet Ümit gibi bir yazara bu kadar ara verdiğime hem de kitaba bu kadar geç başladığıma pişman oldum.Olsun her şeyden pay çıkartmak lazım.Günümü evde olsam da beyoğlu'ndaymışım gibi o cinayeti çözecek olan ekipten biriymiş gibi  hissetmemi sağlayan bu güzel yazarı okuyun okutturun!



13 Ocak 2014 Pazartesi

Ve Finaller Biter...

Bu sene hazırlıkta okuyanların ya da bölüme geçip de finalleri geçen hafta biten arkadaşlar hariç asıl finaller yeni yeni bitiyor.Üstümüzden büyük bir yük kalktı hem de ne yük! Sabah erkenden okula gidip ders çalışmaktan,akşamları yemek yer yemez yine masa başına gitmekten bir süreliğine olsa da kurtulduk.Şimdi tatil zamanı arkadaşlar.Sınavlar bi bitsin'le başlayan cümlelerimizi gerçekleştirmenin zamanı geldi.Herkesin bir planı var ve onu bu tatilde gerçekleştirelim ertelemeyelim.

Öğrencilerin çoğu özellikle şehir dışından gelenler evlerine dönüyor.Ben de anne memleketine gideceğim Ankara günlerimi yazarım buraya yine.Bu ziyaretleri gerçekleştirdikten evimize döndükten sonra yapacaklarımızı da planladık tabi.şimdi eğlenme zamanıdır.Büte kalmadım diye sevinme zamanıdır.Güzelim tatilin tadını çıkarma zamanıdır.Hepinize iyi tatiller gençler!! 

12 Ocak 2014 Pazar

Finalin Var Ama Çalışmıyorsun Neden

Ertesi gün sınavı varken bi insan neden çalışmaz? A)zaten bi kaç gün öncesinden başlamıştır son gün yatar B)büte bırakmayı göze almıştır C)vizem fena değildi bundan bi şekilde yırtarız diye düşünüyordur D)son iki finalinden biridir artık canına yetmiştir...bu liste böyle uzar gider.Kendi cevabımı vereyim anayasadan sonra öyle bıraktım ki toparlamak zor.Ben de dedim tamamen bırakayım bir engel yok yani.Her ne kadar yarın önüme gelecek soruların hocanın karakteriyle ilgili olarak absürd olacağını bilsem de çalışmak için yeterli bir durum değil bu benim için.Gerçi yarın büte kalanların o meşhur Kenan imirzalıoğlu'nun o capsini koyarım belli olmaz ama şimdilik sülalem rahat capsi daha uygun düşer herhalde.

Şimdi isterseniz asıl soruya geri dönelim ertesi gün sınavı varken bir öğrenci neden çalışmaz? Asıl mesele daha önce çalışmadıysanız o konuya 'inceldiği yerden kopsun aman ya' deyip tamamen bırakmak.Kendine fazla güven iyi bir şey değil arkadaşlar kesin bilgi yani.Sınavda belki öyle sorular gelecek ki az biraz baksaydın yapabileceğin sorular.genelde de öyle olur.biraz bakmış olsan yapacağını bilirsin önceki gece keşke boş boş oturmasaydım dersin ya da dizi izlediysen diziyi mi soracaklardı oturup çalışsaydım dersin.Pişkinliğe vurup 'oh iyi ki de izlemişim zaten yapamazdım' da diyebilirsin tabi.

yaş arttıkça insan kendini daha iyi tanıyor galiba.hedeflerim var ve iyi bir ortalama gerekiyor bunun için hukukta da zor olacağını bildiğimden ben de bıraktım galiba.Geçsem yeter mantığına döndüm.Hedeflerim hayal oldu belki zamanla hayallerim de suya düşer bilmiyorum.Şu an tek bildiğim yarın bir finalim olduğu ama benim çalışmak istemediğim.Çalışıyorum diye kendimi kandırıp 10 dakikada bir telefonu elime aldığım.Ne olursa olsun bugün için bi keşkem olacak elimde eminim.Keşke biraz baksaydım bla bla.

Sonuç 'keşkeler elimizde,finaller önümüzde,sınavlar girer bize hepimizeee'

11 Ocak 2014 Cumartesi

Senaryo Gerçek Mi Oluyor?

The Day After Tomorrow diye bir film vardı hatırlarsanız.Küresel ısınma olayı daha yeni yeni konuşulmaya başlanırken çoğu insan ısınma olacak derken bu film dondurucu soğuklar olacağından bahsediyordu.O filmden sonra da çok film yapıldı öncesinde de yapılmıştır ama bu film biraz daha öne çıktı sanki.Neyse asıl söyleyeceğim şey son günlerde Amerika'da yaşanan soğuklar.İnsanın aklına ilk olarak acaba bu senaryo gerçek mi olacak sorusu geliyor.Tabi ki birtakım araştırmaların sonunda ortaya çıkan bir film ancak filmin çekilmesinden 10 yıl sonra belirtilerin bu kadar net olması geleceğe pozitif bakması pek olası değil.Şimdi Amerika'da Çin'de dondurucu soğuklar varsa bize ne gibisinden bi soru çoğu insanın daha doğrusu bilinçli insanların aklına gelmez ama cevabını vermiş olalım burdan.Bugün bu felaketi yaşayan ülkeler ekonomik açıdan hatta siyasi açıdan da dünyaya yön veren ülkeler.Araştırmaların sonuçlarının somut olarak görünce küresel ısınmanın etkisinin daha az hissedildiği bölgelere yönelik istila çalışmalarını hızlandıracaklar.Bu girişimleri yaşayıp göreceğiz tabi ama gelecek nesillere güzel bir dünya bırakamadığımız kesin.
O yüzden diyorum ki film senaryolarını özellikle Amerikan yapımı filmleri bi noktada ciddiye almak lazım.Bu filmde olduğu gibi bi 10 sene sonra belirtilerini görmeye başlayabiliriz belli mi olur?

10 Ocak 2014 Cuma

Seçim Zamanı İkna Çalışmaları

Lisedeki din hocamın hayatında görmediği dini hikayeleri görmüş gibi anlatmasına,di'li geçmiş zaman kullanmasına sinir olurdum.Aynı şekilde tam olarak bilmediği olayları bilmiş gibi anlatan ve bu şekilde o olayı kişileri savunanlara da aynı şekilde sinir oluyorum.Hele daha bizim yaştaki insanların daha 20'lere yeni yaklaşmış ya da 20'lerini yeni yaşamaya başlamış insanların 80'lerdeki olayları yaşamış gibi anlatması tahammül edilemez.Hayır yani bilmediğin bir olayı sadece sana anlatılanlara dayanarak nasıl savunabiliyorsun? Günümüzdeki olayları bile bi 10 sene önce olan şeyleri mesela nasıl savunabilirsin ki? O zaman 10 yaşındayın daha,haberleri izliyordun belki ama siyasetle ilgilenmiyordun ki! bu nasıl bi mantık anlamış değilim.Bilmediğin bi şeyi körü körüne savunma saçmalığı da cabası.Oy verecek yaşa gelen insanların siyasetle ilgilenmesi güzel bi şey tabi hatta ilgilenmeli bir oy bile değerliğiyken oylar boşa gitmemeli.Ancak oy vermeyi düşündüğünüz partiye körü körüne bağlanmak ve o partinin her düşüncesine katılmak zorunda değiliz seçmenler olarak.Sonuçta partinin bir üyesi değiliz sadece oy veriyoruz tabi ki genel olarak başa geldiğinde düşüncelerimize uyacak bir partiye oy vermeliyiz ancak parti disiplinine bu kadar bağlanmak doğru değil.Temsili vekaletin uygulandığı ülkemizde oyumuzu veriyoruz ve geri kalanı milletvekillerinin parti disiplinine göre devam ediyor.Takım tutar gibi parti tutulmaz.Siyasetçi değilseniz,bir partiye mensup değilseniz bu hareketiniz çocukça olmaktan öteye geçemiyor.Ayrıca seçim zamanı bırakın parti başkanları konuşsun,başkalarını o partiye oy vermek için ikna etmek saçma.Nedeni ise basit Türk milleti olarak hangi konu olursa olsun koyun gibi peşinden gittiğimizden kimin hangi partiye oy vereceği belli zaten.Yani parti başkanlarının seçim propagandası altında tuvalet açılışına bile gitmesi bizim paralarımızı boşa harcamaktan başka bir şey değil.Parti başkanları boşa nefes tüketirken sizin sıradan insanlar olarak hele de bu yaşta fenomen adı altında fikir aşılamaya çalışmanız doğru değil.Düşünceleri paylaşmak doğru olabilir ama söze ben böyle düşünüyorum  diye başlamak ve karşıt düşüncendeki insanlara hakaret etmemek en doğrusu bu durumda.
Sonuç olarak herkesin kime oy vereceği belliyken kolay kolay kimsenin fikri değişmeyeceğinden boşunuza nefesimizi tüketmeyelim ve karşımızdakine hakaret etmeyelim.Körü körüne de bağlanmayalım oy vereceğimiz partiye,hiç bir politikacı sütten çıkmış ak kaşık değil hepsinin yanlış yaptığı düşünceleri ve hareketleri olmuş olabilir ve olacaktır da.Önemli olan kendi düşüncelerinize göre kötünün iyisini seçebilmek.

9 Ocak 2014 Perşembe

Yıllık faciası

Üal mezunları olarak şu aralar yıllık krizi yaşıyoruz.Anlaşılan yerin yaptığı yıllıklar tam anlamıyla bir facia.Kiminin fotoğrafı yok,kiminin fazladan para vererek aldığı ikinci sayfası kimininse komple yıllığı yok.Düzeltildi denilen hali bile bozuk.Sınıfların fotoğraflarını bile karıştırmışlar.Daha birçok eksik var da ben bi kısmını saydım sadece.
Şimdi burda asıl mesele adamın yani bu yıllıkların daha doğrusu bu facianın nasıl meydana geldiği,parasını veren insanların neden ikinci sayfasının konulmadığı.Ortada yapılması gereken bir iş var,sen sorumluluğu üstlenmişsin ama eline yüzüne bulaştırmışsın.Hayır madem yapamayacaktın niye baştan söylemedin?onu da geçtim hadi sen bu yıllıkları son kez bi kontrol etmedin mi,fotoğrafların olmadığı dikkatini çekmedi mi be adam!İşi aldın madem düzgün yap,yaptığın işe azıcık saygın olsun.İki sayfa diye fazladan para almasını biliyorsan o ikinci sayfayı oraya koyacaksın!Sonra arkandan dolandırıcı lafını duyarsan da şaşırmaya hakkın yok!
İşini adam akıllı yapmayana tahammülüm yok olamaz da.Bu işin sonu kötü yerlere gitmeden ki bu sene sayısallardan bile hukuk fakültesine öğrenci gönderdiğimizi düşünürsek hukuki yollara başvurmayı düşünmemiz an meselesi sen bu hatadan vazgeç Cimcöz.
Yıllık yaptıracaklara not olarak da kesinlikle Cimcöz adlı yere yıllık yaptırmayın.Sonrasında pişman olmayın.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Tatil Planları

Malum sömestr tatili yaklaşıyor ve herkes bu tatili en iyi nasıl değerlendiririm sorusunun peşinde.Ara tatil olduğundan uzun zamandır görüşülmeyen görüşülemeyen arkadaşlarla vakit geçirmek en güzeli gibi.Tabi kış tatili yapmak isteyenler için de tam aradıkları gibi bi yer bulunursa ne âlâ.Ama onlar çoktan planlarını yaptılar ve yerlerini ayırttılar bile o yüzden onlardan hiç bahsetmeyeceğim.Şu ilkokul ve ortaokullar için olan 15 günlük üniversitelerde ise 1 ayı geçebilen tatilde evinde kalanlar olarak neler yapabiliriz?Yukarıda da bahsettiğim gibi dersten işten fırsat bulamayıp görüşemediğimiz arkadaşlarımızla görüşebiliriz her güne ya da kafanıza göre bi program ayarlayarak hem eğlenmek hem de dostlukları pekiştirmek mümkün.Arkadaşlarınızla ne yapacağınız size kalmış tabi.Kızların ortak noktası alışverişi unutmuyoruz gerçi alışveriş için tatili beklemeye gerek duymuyoruz ama yine de tatilde daha çok vakit ayırabileceğimiz kesin.Uzak ya oraya kadar gidemem şimdi dediğimiz alışveriş merkezleri bizi bekliyor olacak fırsatı değerlendirmeli.
Kış tatili gibi bi format olmasa da yine küçük kaçamaklar olabilir özellikle İstanbul'a yakın yerler mevcutken neden olmasın?
Tatilde ailenin zoruyla akraba ziyaretine gitmeyin zorla güzellik olmaz derler ya o lafa inanın ve gitmemek için zorlayın gerekirse yoksa işkence ötesi bi şey olur.Ama gidilecek akraba yakınsa ve seviyorsanız sıkıntı olmaz eğlenceli bile olabilir.
Bu notumu da aktardıktan sonra finalleri olan arkadaşlara ha gayret az kaldı diyor,büte bırakanlara allah sabır versin dileklerimi iletiyor ve hepimize iyi tatiller diliyorum yolunuz açık olsun a dostlar!!

7 Ocak 2014 Salı

Final haftası isyanı

Hepimizin öğrencilik hayatında bi kere bile olsa dile getirdiği bi soru vardır 'okulu bitirince ne işime yarayacak bunlar ya!'.Bu lafı sınavlara hazırlanırken daha çok kullanırsınız çünkü öğrendiğimiz bazı şeyler gerçekten de günlük hayatta kullanmayacağımız hatta o mesleği yapmasak aklımıza bile gelmeyecek şeylerdir.Ben bu soruyu her sorduğumda sınavı geçecek kadar bil yeter zaten üniversitede böyle bir sıkıntın olmayacak demişlerdi.Büyüklerimizin söyledi 'üniversiteye kapağı at rahatsın' söyleminin yalan olduğu gibi bu da yalanmış bir kez daha anladım bugün bunu.Sebebi ilk sınıf dersi olan Türk dili ve tarih dersleri.Bu derslerin vizeleri bi şekilde geçer ancak finalleri geçmez geçirir.Ciddiye alınmak adına gereksiz ödevler veren bu dersin hocaları yetmezmiş gibi finalleri de zor yaparlar.Amaçları 'nasıl olsa geçerim ya' diyen öğrenciyi şaşırtmak hatta 'dersi ciddiye almayan geçemez işte böyle' demektir.
Şu an bu yazıyı yazıyorum çünkü tarih finalinden çıktım.Şimdi soruyorum size saltanatın kaldırılması yasasının hangi tarihten itibaren geçerli olduğu benim ne işime yarayacak?İstanbul'un işgali sırasında Atatürk'e telgrafla işgali bildiren kişinin adını kaç tarih öğretmeni bilir?Bunlar en basitinden iki örnek.Zaten uzaktan eğitim yapıyorsun konuyu anlattığın yok bi de üstüne üstlük -burada ağzımı bozmak zorundayım- anasının nikahı sorular..Soruları artık ne kadar kasmışsa 2009 girişli adam hala tarih finaline girmek zorunda kalıyor.Ortalamayı düşürmek,öğrenciyi gereksiz strese sokmaktan başka bir amaç göremiyorum ben burda.Lütfen ciddiye alınmak için kendi bölümünüzden olmayan hatta hayatında bu bilgileri hiç kullanmayacak insanları bu kadar zorlamayın.Azıcık saygı duyuyorsak onu da yok ediyorsunuz,yapmayın!!

5 Ocak 2014 Pazar

Garfield Olarak Uyanmak

Alarm çalar,gözlerini açarsın o gün için yapman gerekenleri hatırlarsın ve söve söve kalkarsın ama ya o yapılacak işler ertelenebilecek işlerse o zaman ne yaparsın?Aslında sorumluluk sahibi olan insan bugünün işini yarına bırakmaz ama sanırım ben o sorumluluk sahibi insanlardan değilim.Bu sabah tam anlamıyla bir Garfield gibi uyandım ve yataktan kalkamadım hatta hala kalkmış değilim siz düşünün yani.Peki asıl soruya gelelim gözlerini açmış hatta belki artık uyuyamayan bi insan neden yataktan kalkamaz?To be or not to be diye bir laf var ya işte kalkmak ya da kalkmamak işte bütün mesele bu arkadaşlar.Şimdi uykun kaçmış olabilir ama kalkarsan o güzelim uykuya dönme ihtimalini azaltıyorsun,sıfırlıyorsun adeta.O yüzden kalkamıyoruz çünkü bi fırsatı bulsak uykuya döneceğiz ama bi yandan da yapsak iyi olacak işler var önümüzde.En güzeli kalkmamak,eğer uyursak işleri kim yapacak,uyumazsak da uykumuzu tam anlamıyla alamamış olacağız.Yatakta pineklemek ikisi arasında ideal bi durum.Ne uykulu ne de uykusuz.Sizi bilmem ama karnım açlıktan zil çalana kadar belki akşama kadar bu halde kalabilirim ben.Uyandım mı uyandım gerisi o kadar da önemli değil.
Uyku hassas bi konu,o yastığa başını koyduğun an o yumuşaklığı hissedip hemen rüya alemlerine dalabilmeli insan.Ve uyumanın sınırı olmamalı,hatta ceza kanuna gereksiz uykudan uyandıranlar için bi madde eklenmeli kesinlikle.Hazır seçim öncesi böyle bi teklifle gelen partiye de oyumu vereceğimi belirtir hepinize iyi sabahlar dilerim!!